Dünyanın tamamen güneş enerjisi ile çalışan ilk uçağını geliştiren Solar Impulse ekibi tarafından geliştirilen Solar Impulse 2, tarihi uçuşunda önemli bir aşamayı daha geride bıraktı. Dünyanın etrafında tam tur dönen güneş enerjili ilk uçak olmak için geçtiğimiz yılın Mart ayında tarihi uçuşuna başlayan Solar Impulse 2, yolculuğunun Pasifik ayağını tamamladı.




 3 gün önce Hawaii’den havalanan Solar Impulse 2, 4372 kilometrelik zorlu uçuşun ardından ABD’nin San Francisco şehrindeki hava limanını iniş yaptı. Bu 3 günlük aralıksız uçuş sırasında uçağın pilotu olan Bertrand Piccard, yolculuk boyunca sadece kısa süreli aralar vererek uyuyabildi.


 Solar Impulse 2, Pasifik üzerindeki yolculuğunu tamamlayarak önemli bir başarıya imza atmış olsa da, önümüzdeki günlerde çok daha zorlu bir yolculuğa çıkacak. İlk olarak Haziran ayı gibi New York’a uçacak olan uçak, nispeten kolay bir yolculuk olması beklenen New York uçuşu sonrası bu kez de Avrupa’ya doğru yola çıkacak. 5738 kilometre uzunluğundaki bu yolculuğun yaklaşık 5 gün sürmesi bekleniyor. Avrupa’dan sonra ise yolculuğun son ayağına geçilecek ve Solar Impulse 2 yolculuğuna başladığı Abu Dabi’ye geri dönerek tarihi uçuşunu tamamlayacak.


Geçtiğimiz yılın Mart ayında yolculuğuna başlayan Solar Impulse 2’nin dünya turunu tamamlaması beklenenden çok daha uzun sürmüş olsa da, bu uçuşun temel amacının hız olmadığını unutmamak gerek. Solar Impulse ekibinin temel amacı, tamamen güneş enerjisi ile çalışan bir uçak ile dünya etrafında dönerek yeşil enerji ile elde edilebilecek müthiş şeylere dikkat çekmek.

 



Solar Impulse 2, Pasifik uçuşunu tamamladı

 


 



 


 


ESO’nun Şili’deki Paranal Gözlemevi’nde bulunan VLT Tarama Teleskopu (VST) ile alınan bu yeni görüntüde güney gökküresi takımyıldızlarından Ocak doğrultusunda bulunan muhteşem bir gökadalar topluluğu yer alıyor. Kümede, bazıları gizemli özelliklere sahip tüm şekil ve boyutlarda gökadalar görülebiliyor.


Görünen o ki, gökadalar oldukça sosyal nesneler ve kümeler olarak bilinen büyük gruplar şeklinde bir araya bulunmaya eğilimliler. Aslında gökadaları küme haline getiren şey onların kütleçekimleri ve sahip oldukları karanlık maddenin bu kütleye katkısı. Kümelerde ortalama 100 ila 1000 gökada bulunabilirken, genişlikleri 5 ila 30 milyon ışık yılı civarında olabiliyor.


Gökada kümelerinin belirgin bir şekilleri olmadığından nerede başlayıp nerede bittiklerini belirlemek biraz zordur. Yine de, gökbilimciler Ocak Kümesi’nin merkezi bölgesinin Yeryüzü’ne uzaklığını 65 milyon ışık-yılı olarak tahmin ediyorlar. Bundan daha iyi bilinen özelliği ise kümenin yaklaşık altmış büyük gökada ve benzer sayıda daha küçük cüce gökada içerdiği. Buradaki gibi kümeler Evren’deki sıradan nesnelerden biri olup, her biri muazzam büyüklükteki kütleye sahip gökadaları tek bir bölgeye toplayan kütleçekim kuvvetinin geniş ölçeklerdeki güçlü etkisini göstermektedir.


Bu özel kümenin merkezinde, görüntünün solundaki üç adet parlak bulanık kabarcığın ortasında cD gökadası olarak bilinen bir yamyam gökada bulunmaktadır. Buradaki gibi NGC 1399 adlı cD gökadaları, eliptik gökadalara benzemekle birlikte daha büyük olup, geniş, sönük zarflara sahiptirler [1]. Bunun nedeni kütleçekimi ile kümenin merkezine doğru çekilen daha küçük gökadaları yutarak büyümeleridir [2].


Aslında, bu sürecin işlediğini gösteren kanıtlar gözümüzün önünde — yeterince yakından bakarsak. Enrichetta Iodice (INAF – Capodimonte Gözlemevi, Naples, İtalya) yönetimindeki bir gökbilimciler ekibinin ESO’nun VST teleskopu ile aldıkları yeni verilere göre, NGC 1399 ve sağındaki daha küçük gökada NGC 1387 arasında sönük bir ışık köprüsü bulunuyor. Daha önce görülemeyen (ve bu görüntüde de sönüklüğü nedeniyle seçilemeyen) bu köprünün, her iki gökadadan da daha mavi olması NGC 1399’un kütleçekimi etkisi ile NGC 1387’den çektiği gaz içerisinde oluşan yıldızlardır. Ocak Kümesi’nde gerçekleşen düşük düzeydeki etkileşimlere rağmen, NGC 1399’un halen komşularından beslendiği gözleniyor.


Görüntünün sağ alt kısmına doğru olan bölgede büyük çubuklu sarmal gökada NGC 1365 yer almaktadır. Türünün dikkat çekici bir örneği olan gökadada merkezi bölge boyunca uzanan belirgin çubuksu yapı, ve yapının bitiminde başlayan sarmal kollar görülüyor. Küme gökadalarının doğası gereği, NGC 1365’te gözle görünenden fazlası da yer alıyor. Parlak bir gökada çekirdeğine sahip olan gökada Seyfert Gökadası olarak sınıflandırılıyor ve merkezinde süper-kütleli bir karadelik içeriyor.


Bu göz alıcı görüntü ESO’nun Şili’deki Paranal Gözlemevi’nde bulunan VLT Tarama Teleskopu (VST) ile alındı. 2.6 metre ayna çapına sahip olan VST günümüz standartlarında büyük teleskop sınıfına girmese de, gökyüzünün geniş-ölçekli taramaları için özel olarak tasarlanmıştır. Teleskopu özel kılansa düzeltilmiş dev görüş alanı ve özel olarak gökyüzünü tarama amaçlı üretilen OmegaCAM adlı 256-megapiksellik kamerasıdır. Bu kamera ile VST gökyüzünün geniş ölçekli alanlarını hızlıca derinlemesine görüntüleyebilmekte, bu sayede ESO’nun Çok Büyük Teleskopu (VLT) gibi gerçekten büyük teleskoplara tekil nesnelerin ayrıntılarını keşfetme imkanı vermektedir.


Notlar


[1] Gözlem alanı sadece Ocak Kümesi’nin merkezi bölgesini içermektedir, küme aslında gökyüzünde daha geniş bir alanı kaplamaktadır.


[2] Bir kümedeki merkezi gökada genellikle en parlak olandır, ancak burada en parlak gökada olan NGC 1316, bu görüntüyle alınan alanın hemen dışında, kümenin sınırında konumlanmıştır. Ocak A olarak da bilinen gökada gökyüzündeki en güçlü radyo dalgası kaynağından biridir. Bu tür bir ışınıma duyarlı olan özelleştirilmiş teleskoplarla görülebilen radyo dalgaları, görünür gökadanın her iki yönünden uzayın derinliklerine uzanan dev loblardan yayılmaktadır. Radyo salınımlarını besleyen güç gökadanın merkezinde gizlenen ve zıt yönlerde yüksek-enerjili parçacık jetlerine neden olan süperkütleli bir karadelikten gelmektedir. Bu jetler kümedeki gökadalar arasındaki boşlukta yer alan seyrek gazla etkileştiğinde radyo dalgalarını meydana getirmektedir.


[3] E. Iodice, M. Capaccioli , A. Grado , L. Limatola, M. Spavone, N.R. Napolitano, M. Paolillo, R. F. Peletier, M. Cantiello, T. Lisker, C. Wittmann, A. Venhola , M. Hilker , R. D’Abrusco, V. Pota, and P. Schipani tarafından kaleme alınan “The Fornax Deep Survey with VST. I. The extended and diffuse stellar halo of NGC1399 out to 192 kpc” başlıklı makale Astrophysical Journal başlıklı dergide yayımlanmıştır.


 



Kızgın Ocağın İçinde

 


 



 


 


Atacama Milimetre/milimetre-altı Dizgesi (ALMA) ile alınan bu yeni görüntüde Güneş-benzeri yakın yıldız TW Hydrae etrafındaki gezegen-oluşum diskinin şimdiye kadarki en ayrıntılı hali gösteriliyor. Yıldızdan Yer-Güneş mesafesi uzaklığında, gezegenimizin bebeklik haline benzeyen, ya da bir ihtimalle daha büyük kütleli bir süper-Dünya’nın oluşmaya başladığı bir boşluk gözler önüne seriliyor.


TW Hydrae Yeryüzü’ne yakınlığı (sadece 175 ışık-yılı uzaklığında) ve henüz gençlik döneminde (yaklaşık 10 milyon yıl yaşında) olması dolayısıyla gökbilimciler için popüler bir araştırma hedefidir. Ayrıca dünyadan bakıldığında tam karşıdan görülen bir yönelime sahiptir. Bu sayede gökbilimciler, yıldızın etrafındaki öncül gezegen diskinin tamamını düzgün bir şekilde görebilmektedir.


Daha önce optik ve radyo teleskoplarla yapılan çalışmalar TW Hydrae’nin bir araya gelmeye başlayan belirgin bir disk özelliği gösterdiğini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor,” diyor bugün Astrophysical Journal Letters adlı dergide yayımlanan makalenin baş yazarı ABD’deki Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden (Cambridge, Massachusetts) Sean Andrews. “Yeni ALMA görüntüleri diski benzeri görülmemiş ayrıntıyla göstererek, bir dizi eş merkezli tozlu parlak halka ve karanlık boşlukları gözler önüne serdi, ve bunlar arasında burada oluşmakta olan Dünya-benzeri bir yörüngedeki gezegene işaret edebilecek ilginç özellikler de yer alıyor”.


Yeni görüntülerde diğer göze çarpan boşluklar merkezi yıldızdan üç milyar ve altı milyar kilometre uzaklıkta bulunuyor, Güneş Sistemi’nde Uranüs ve Pluto’nun Güneş’e olan ortalama uzaklıklarına benzer şekilde. Bunlar da gezegenleri oluşturmak üzere bir araya gelmiş parçacıkların sonuçları olabilir, daha sonra yörüngelerindeki tozu ve gazı süpürerek, geride kalan malzemeyi çevrelerindeki belirgin yörüngelerde toplamaktadır.


Yeni TW Hydrae gözlemleri için gökbilimciler diskte bulunan milimetre-boyutlarındaki toz parçacıklarından gelen sönük radyo sinyallerini görüntüledi ve Dünya-Güneş mesafesindeki (yaklaşık 150 milyon kilometre) bir uzaklık mertebesinden ayrıntılara ulaştılar. Bu ayrıntılı gözlemler ALMA’nın yüksek-çözünürlüğü ve uzun-dizge hattı yerleşimi sayesinde mümkün oldu. ALMA’nın antenleri maksimum ayrıklığa yani 15 kilometreye varan mesafelere ulaştğında, teleskop daha ince ayrıntıları çözümleyebilmektedir. “Bu ALMA’nın bir öncül-gezegen diski için ulaştığı en yüksek uzaysal çözünürlüktür” diyor Andrews [1].


TW Hydrae oldukça özel. Bilinen en yakın öncül-gezegen diski ve 10 milyon yıl yaşındayken Güneş Sistemi’ni andıran bir yapıya sahip.” diye ekliyor yine Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden eş-yazar David Wilner.


Başka bir sistem HL Tauri’ye ait daha önceki ALMA gözlemlerine göre daha da genç öncül-gezegen diskleri — yalnızca 1 milyon yıl yaşında — gezegen oluşumuna benzer işaretler gösterebiliyor. Daha yaşlı TW Hydrae diskini araştıran gökbilimciler kendi gezegenimizin ve Samanyolu’ndaki benzer diğer sistemlerin evrimini daha iyi anlamayı ümit ediyorlar.


Gökbilimciler şimdi bu tür disk özelliklerinin genç yıldızların etrafında ne kadar yaygın olabileceğini ve zamanla ya da çevresel etkilerle nasıl değişebileceklerini bulmaya çalışıyorlar.


Notlar


[1] HL Tauri görüntülerinin açısal çözünürlükleri bu yeni gözlemlerle benzerdi, ancak TW Hydrae Yeryüzü’ne çok daha yakın olduğundan, daha ince detaylar görülebilmektedir.


 



ALMA’dan En Detaylı Öncül Gezegen Diski Görüntüsü

 


 



 


 


ESO’nun VLT Tarama Teleskopu üzerindeki OmegaCAM ile yakalanın bu manzarada Wolf-Lundmark-Melotte ya da kısaca WLM olarak bilinen yalnız bir gökada yer alıyor. Her ne kadar Yerel Küme’deki onlarca gökadanın bir parçası olsa da, WLM yalnız bir şekile grubun dış kısımlarında ve en uzaktaki üyelerinden biridir. Aslında, gökada o kadar küçük ve gözden uzak ki, belki de Yerel Küme’den hiç bir üyeyle — ya da belki de Evren’in tarihinde hiçbir gökada ile etkileşmemiş olabilir.


Amazon’daki yağmur ormanlarının derinliklerinde yaşayan hiç iletişim kurulmamış bir kabile ya da Pasifik okyanusundaki bir ada yerine, WLM çevresi tarafından çok az etkilenmiş ilkel gökadaların doğasına dair nadir bir bakış sunuyor.


1909’da Alman gökbilimci Max Wolf tarafından keşfedilen WLM yaklaşık 15 yıl sonra Knut Lundmark ve Philibert Jacques Melotte adlı gökbilimciler tarafından bir gökada olarak tanımlandı — bu da gökadanın takma adını açıklıyor. Sönük gökada Balina takımyıldızı doğrultusunda ve Yerel Küme’deki üç baskın gökadadan biri olan Samanyolu’ndan yaklaşık üç milyon ışık-yılı uzaklıkta yer alıyor,


WLM oldukça küçük ve şekilsiz, bu nedenle cüce düzensiz gökada sınıfında yer alıyor. WLM en geniş olduğu yerde yaklaşık 8000 ışık-yılına uzanıyor, buna 1996 yılında keşfedilen (eso9633) oldukça yaşlı yıldızların yer aldığı gökadanın halesi de dahil.


Gökbilimciler görece küçük ilk gökadaların kütleçekimi nedeniyle diğer gökadalarla etkileştiklerini ve çoğu durumda birleşerek daha büyük gökadaları oluşturduklarını düşünüyor. Milyarlarca yıl içinde, bu birleşme süreci günümüzde Evren’de yaygın olarak görülen büyük sarmal ve eliptik gökadaların oluşmasını gelmesini sağlamıştır. Bu şekilde bir araya gelen gökadalar insan topluluklarının binlerce yıl boyunca göç ederek daha büyük yerleşim bölgelerinde toplanmalarına ve sonunda günümüzün mega-şehirlerini ortaya çıkarmalarına benziyor.


WLM ise bunu tek başına yaptı, diğer gökadaların ve onların yıldız kümelerinin etkisinde kalmadan. Bu yüzden, dışardan kişilerle sınırlı etkileşimi olan gizli kalmış bir insan topluluğu gibi, WLM görece sakin bir doğal durumda” olup, yaşamı boyunca meydana gelen değişimler çevresindeki aktivitelerden büyük ölçüde bağımsız olarak gelişmiştir.


Bu küçük gökada çok sönük kırmızı yıldızlardan oluşan ve çevresindeki karanlık uzaya doğru genişleyen bir haleye sahiptir. Kırmızımsı tonlar gelişmiş yıldız yaşına işaret etmektedir. Halenin varlığı muhtemelen gökadanın kendi oluşumuna kadar gitmektedir, bu nedenle ilk gökadaları meydana getiren mekanizmalar hakkında ipuçları içermektedir.


WLM’nin merkezindeki yıldızlarsa, daha genç ve mavimsi görünmektedirler. Görüntüdeki pembemsi bulutlar genç yıldızlardan gelen yoğun ışımanın hidrojen gazını iyonlaştırdığı bölgeler olup, kırmızının özel bir tonunda ışıldamalarına neden olmaktadır.


Bu ayrıntılı görüntü, görünür ışıkta gökyüzünü taramaya adanmış 2.6-metre ayna çaplı bir teleskop olan ESO’nun Şili’deki VLT Tarama Teleskopu (VST) üzerindeki geniş alan görüntüleyicisi OmegaCAM ile alınmıştır. OmegaCAM üzerindeki 32 adet CCD algılayıcı 256-milyon piksellik görüntüler oluşturmakta ve böylece görünür evrene ait oldukça ayrıntılı ve geniş alan görüntüleri sunmaktadır.


 



Yerel Kümenin Asileri

 


 



 


 


ESO’nun Şili’deki La Silla Gözlemevi’nde bulunan HARPS tayfölçeri ile yapılan gözlemlerde cüce gezegen Ceres özerindeki parlak noktalarda gerçekleşen beklenmedik değişimler gözler önüne serildi. Yeryüzünden gözlendiğinde bir ışık noktasından fazlası olmasa da, bu ışık üzerinden yapılan ayrıntılı çalışmayla Ceres’in sadece kendi etrafındaki dönüşüyle beklenen değişimler değil, aynı zamanda gün içinde parlaklığı artan noktalar ve diğer değişimler de gözlendi. Bu gözlemler parlak noktalardaki maddelerin uçucu olduğunu ve güneş ışığının ılık parıltısıyla buharlaştığına işaret ediyor.


Ceres, Mars ve Jüpiter arasında bulunan asteroid kuşağındaki en büyük nesne olup, cüce gezegen sınıfına alınan tek üyedir. NASA’nın Şafak uzay aracı bir yıldan uzun bir süredir Ceres’in yörüngesinde dolanmakta ve yüzeydeki ayrıntıları görüntülemektedir. En şaşırtıcı gözlemlerden birisi de oldukça parlak noktaların keşfi olup, bu bölgeler çevrelerindeki karanlık yerlere göre çok daha fazla ışık yaymaktadırlar  . Bu noktalardan en göze çarpanı Occator kraterinin içinde yer almaktadır ve Ceres’in diğer asteroid komşularına göre çok daha aktif bir dünya olabileceği izlenimi uyandırmaktadır.


Şili’deki La Silla Gözlemevi’nde bulunan ESO 3.6-metre teleskopu üzerindeki HARPS tayfölçerinin kullanıldığı yeni ve oldukça hassas gözlemler sayesinde sadece Ceres’in kendi ekseni etrafındaki dönmesiyle meydana gelen noktasal değişimler değil, aynı zamanda bu noktaların gün içerisinde güneş ışığı ile buharlaştıklarını gösteren diğer değişimlerde bulundu.


INAF–Trieste Gökbilim Gözlemevi’nden yeni çalışmanın yürütücüsü Paolo Molaro hikâyenin geri kalanını şöyle tamamlıyor: “Şafak uzay aracının Ceres üzerindeki gizemli parlak noktaları ortaya çıkarmasıyla, hemen Yeryüzü’nden yapılabilecek olası ölçümler aklıma geldi. Ceres kendi etrafında döndükçe üzerindeki noktalar da Dünya’ya yakınlaşmakta ve sonra uzaklaşmaktadır ki bu da yansıyarak Dünya’ya ulaşan güneş ışığının tayfını etkilemektedir.


Ceres kendi etrafındaki bir turunu dokuz saatte tamamlamaktadır ve hesaplamalara göre bu noktaların dönmeden kaynaklanan hareketlerinin yeryüzüne göre hızları oldukça küçüktür, saatte yaklaşık 20 kilometre civarında. Ancak bu hareket Doppler etkisi adı verilen bir yöntemle ve HARPS gibi hassas aygıtlarla ölçülebilecek kadar büyüktür.


HARPS aygıtını kullanan araştırma ekibi Ceres’i Temmuz ve Ağustos 2015’te iki gecenin biraz üzerinde bir süre boyunca gözledi. “Sonuçlar şaşırtıcıydı,” diye ekliyor çalışmanın yürütücülerinden Antonino Lanza (INAF–Catania Astrofizik Gözlemevi). “Tayfta Ceres’in dönmesinden kaynaklanan değişimleri zaten bekliyorduk, ancak beklemediğimiz geceden geceye değişen oldukça büyük diğer değişimlerdi.”


Ekibe göre gözlenen değişimler güneş ışığı nedeniyle buharlaşmaya uğrayan uçucu bileşenlerin varlığı nedeniyle olabilir   Occator krateri içindeki noktalar Güneş tarafından aydınlatıldığı sırada, güneş ışığını oldukça etkin bir şekilde yansıtan gaz sütunları meydana getiriyorlar. Daha sonra bu sütunlar hızlıca buharlaşarak, yansıtıcı özelliklerini kaybediyor ve bu da gözlemdeki ışık değişimine karşılık geliyor. Bununla birlikte bu etki, geceden geceye değişerek, hem kısa hem de uzun zaman ölçeklerinde gerçekleşen diğer rastgele değişimlere yol açıyor.


Eğer bu yaklaşım doğrulanırsa Ceres’in Vesta’dan ve diğer ana asteroid kuşağı nesnelerinden oldukça farklı olduğu ortaya çıkacaktır. Görece yalıtılmış bir konumda olsa da, iç kısımlarında aktif bölgeler olduğu görülüyor. Ceres’in su yönünden zengin olduğu bilinse de, bunun parlak noktalarda ilişkisi henüz bilinmiyor. Yine yüzeyden sürekli sızan maddenin enerji kaynağı da bilinmiyor.


Şafak Ceres’i ve gizemli noktalarını incelemeye devam ediyor. Yerden HARPS aygıtı ve diğer tesisler ile yapılan gözlemler uzay görevi tamamlandıktan sonra bile devam edebilir.


Notlar


[1] Şafak uzay aracı ile keşfedilmelerinden sonra, NASA/ESA Hubble Uzay Teleskopu ile 2003 ve 2004 yıllarında alınan Ceres’in daha önceki görüntülerinde de daha az belirgin olarak tanımlandılar.


[2] Ceres üzerindeki noktalarda bulunan yüksek yansıtma oranına sahip maddelerin yeni oluşmuş su buzu ya da sulu magnezyum sülfat olabileceği tahmin ediliyor.


[3] Güneş Sistemi’nde iç kısımları aktif olan çoğu nesne, örneğin Jüpiter ve Satürn’ün büyük uyduları, gezegenlerine olan yakınlıklarından dolayı güçlü gel-git etkilerine maruz kalmaktadırlar.


Daha fazla bilgi


Bu araştırma P. Molaro ve arkadaşlarınca kaleme alınan “Daily variability of Ceres’ Albedo detected by means of radial velocities changes of the reflected sunlight” başlıklı bir makale olarak Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı dergide yayımlanmıştır.


Araştırma ekibinde P. Molaro (INAF-Osservatorio Astronomico di Trieste, Trieste, İtalya), A. F. Lanza (INAF-Osservatorio Astrofisico di Catania, Catania, İtalya), L. Monaco (Universidad Andres Bello, Santiago, Şili), F. Tosi (INAF-IAPS Istituto di Astrofisica e Planetologia Spaziali, Rome, İtalya), G. Lo Curto (ESO, Garching, Almanya), M. Fulle (INAF-Osservatorio Astronomico di Trieste, Trieste, İtalya) and L. Pasquini (ESO, Garching, Almanya) yer almaktadır.


Avrupa Güney Gözlemevi ESO, Avrupa’daki en önemli hükümetler-arası gökbilim kuruluşudur ve dünyanın en üretken gökbilim gözlemevidir. 16 ülke tarafından desteklenmektedir: Avusturya, Belçika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Finlandiya, Almanya, İtalya, Hollanda, Polonya, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre ve İngiltere. Tasarıma, inşaya ve önemli bilimsel keşiflere olanak sağlayan güçlü yer tabanlı gözlem faaliyetlerine odaklanan iddialı bir program yürütmektedir. ESO ayrıca gökbilim araştırmalarında teşvik edici ve düzenleyici bir dayanışma konusunda öncü bir rol oynamaktadır. ESO Şili’nin Atacama Çölü bölgesinde benzeri olmayan üç adet birinci sınıf gözlem yerleşkesi işletmektedir: La Silla, Paranal ve Chajnantor. ESO Paranal’da dünyanın en gelişmiş optik gökbilim gözlemevi olan Çok Büyük Teleskop’u (Very Large Telescope), ve iki tarama teleskopu işletmektedir. Kırmızı ötesi gözlem teleskopu VISTA dünyanın en büyük tarama teleskopudur ve VLT tarama teleskopu (VST) ise sadece görünür ışıkta gökyüzünü taramak için tasarlanan dünyanın en büyük teleskopudur. ESO var olan en büyük gökbilim projesi ve devrimsel gökbilim teleskopu ALMA’nın ana ortağıdır. ESO şu anda Paranal civarındaki Cerro Armazones’te 39-metre çaplı “gökyüzünü izleyen dünyanın en büyük gözü” olacak Avrupa Aşırı Büyük Teleskopu, E-ELT’yi inşa etmektedir.


ESO Basın Bültenlerinin çevirileri ESO Bilim Toplum Ağı’nda (ESON) bulunan ESO üyesi ve diğer ülkelerdeki bilim toplum uzmanları ve bilim iletişimcileri tarafından gerçekleştirilmektedir. ESON Türkiye çeviri ekibinde Ankara Üniversitesi (Ankara), Çağ Üniversitesi (Mersin), Başkent Üniversitesi (Ankara), İstanbul Üniversitesi (İstanbul), İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi (İzmir) ve Max Planck Yer-Ötesi Fiziği Enstitüsü’nden (Almanya) uzman kişiler yer almaktadır.


 



Ceres Üstündeki Parlak Noktalarda Beklenmeyen Değişimler Ortaya çıkarıldı


Sonsuzlu ne kadar büyük, Cok güzel hazırlanmış bir video eğer türkce alt yazıyı görüntülemiyorsanız ayarlar kısmından türkceyi  seçin.



Eski Yunan düşünürü Zeno (M.Ö. 490-435), hızlı bir koşucunun bir kaplumbağaya, hiçbir zaman yetişemeyeceğini savunur ve der ki, herhangi bir zamanda A noktasındaki koşucu ile B noktasındaki kaplumbağa aynı doğrultuda yarışa başlasınlar. Koşucu A noktasından B noktasına yetişene kadar, kaplumbağa B den ilerideki bir B’ noktasına varacaktır. Bu yeni konumda, koşucu A’ = B noktasında ve kaplumbağa ise B’ noktasındadır. Koşucu A’ den B’ ye gelene kadar, kaplumbağa  B’  den  bir  B”  noktasına  gelecektir.  Ġkisi  arasındaki  uzaklık  ne  kadar  kısa  olursa olsun, kaplumbağa yarışa devam ettiği sürece, yukarıdaki durum her defasında yeniden tekrar edeceğinden, koşucu, kaplumbağaya hiçbir zaman yetişemiyecektir.


Zeno’nun düşünüşü mantık açısından doğrudur. Ama, herkes biliyor ki, bir kaplumbağayı geçmek için yarışçı olmaya bile gerek yoktur. Öyleyse bu çelişki nereden geliyor ?



HAREKET YOK MU ?


Yukarıdakine benzer olarak, Zeno, hareketin olanaksızlığını savunur ve der ki;


“Atılan bir ok hiçbir zaman hedefine varamaz . Çünkü, hedefe varabilmesi için önce ilk yarı yolu aşması gerekir. İlk yarı yolu açması için önce onun ilk yarısını aşması gerekir. İlk yarının ilk yarısını da aşması için önce onun da ilk yarısını aşması gerekir… Ne kadar küçülürse küçülsün bu- ilk yarı yollar durmadan ortaya çıkacaktır. Öyleyse bu ok hedefine varamayacaktır.”


Zeno’nun bu düşünüşü de mantık açısından doğrudur. Ama, yine herkes biliyor ki, atılan ok bir hedefe varır. Öyleyae bu çelişki nereden geliyor?


Sonsuz eksi sonsuz, ∞ – ∞

Sonsuz bölü sonsuz, ∞ / ∞


demez ve yazmazlar. Yazdıklarında da bunun ne demek olduğunu açıklamak zorundadır. Ama kimi zaman, matematikçi,


∞ + 1 = ∞

∞ – 1 = ∞

∞ + ∞ = ∞

∞ / 2 = ∞

2 × ∞ = ∞


yazabilir. Burada, matematikçinin söylemek istediği,

• Sonsuz artı 1, sonsuza eşittir

• Sonsuz eksi 1, sonsuza eşittir

• Sonsuz artı sonsuz, sonsuza eşittir

• Sonsuz bölü 2, sonsuza eşittir

• İki kere sonsuz, sonsuza eşittir değildir . Matematikçi sırasıyla sunları söylemek istiyordur:

• Durmadan büyüyen bir değiskenden 1 çıkarırsak, elde ettiğimiz değisken de durmadan büyür,

• Durmadan büyüyen bir değiskene 1 eklersek, elde ettiğimiz değisken de durmadan büyür,

• İki değisken durmadan büyüyorsa, o değiskenlerin toplamı da durmadan büyür,

• Durmadan büyüyen bir değiskeni ikiye bölersek, gene durmadan büyüyen bir değisken elde ederiz,

• Durmadan büyüyen bir değiskeni ikiyle çarparsak, gene durmadan büyüyen bir değisken elde ederiz.


Ta eski Yunanlılardan beri, matematikçiler ve filozoflar “sonsuz” ve “sonsuzluk” üzerine kafa yormuslardır. Geçen yüzyılda, matematigin sonsuzluk kavramını Alman matematikçi Georg Cantor biçimsellestirdi. Cantor’a göre sonsuz bir sıfattır. O gün bu gün, matematikçiler “sonsuz”u ad olarak değil, sıfat olarak kullanırlar.




Sonsuz Ne kadar Büyük

MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.