MS (Multiple Skleroz) hastalığının tedavisinde yaşanan son gelişme, hastalara umut ışığı olacağa benziyor. Bu çalışmaya göre, D vitamini tarafından aktive olan bir proteinin, MS hastalarındaki zarar görmüş miyelini onardığı ortaya çıktı.


Cambridge Üniversitesi’nin yaptığı bu araştırmaya göre; D vitamini, MS hastalığının çözümü olabilir.


Araştırmada, “Vitamin D reseptörü” proteini ile sinir hücrelerinde miyelin kılıf oluşumunu sağlayan “RXR gamma” olarak adlandırılan reseptörün benzerlik gösterdiği saptandı. D vitaminin beyin hücrelerine eklenmesiyle, %80 oranında “oligodendrosit” (miyelin yapan hücreler)’in üretildiği ortaya çıktı. D vitaminin verilmesi kesildiğinde ise RXR gamma proteininin tek başına oligodendrosit üretemediği, dolayısıyla da miyelin hücrelerini tamir edemediği görüldü.


d-vitamini-ms-hastaligina-cagre-olabilir-1


MS hastalığında, vücudun kendi bağışıklık sistemi, miyelinlere karşı atağa geçmekte ve onlara zarar vermektedir. Bu da beyne ve spinal korda giden mesaj iletimini engellemektedir. Bunun sonucu olarak hastada, hareket etmede zorluk, denge bozukluğu, ağrı ve yorgunluk gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır. Vücudumuz, miyelini onarabilmektedir ama ilerleyen yaşla birlikte bu onarım etkisini kaybetmektedir.


Şimdiye kadar yapılan araştırmalarda D vitamin ile MS hastalığının oluşumu arasındaki ilişkiler araştırılmaktayken bu kez bilim adamları, hastalığın tedavisinde de kullanılabileceğinden yola çıkarak, miyelinin tekrar üretilmesini sağlamayı başardılar.


Şimdilik bu yöntemin sadece birinci faz araştırmalarda başarılı olduğu gösterilmiş ve yöntemin insan üzerinde etkilerini görebilmek için pek çok aşama gerekiyor olsa da, gelecekte D vitamin reseptörünü hedef alan miyelin onarıcı ilaçların üretilebileceği konuşuluyor.


Kaynaklar:


“What is multiple 


https://www.vitamindcouncil.org/health-conditions/multiple-sclerosis/


pes-oligodendrocyte-image47546395



D Vitamini MS Hastalığına Deva Olabilir

 


Bir araştırma hava 18 derecenin altına düşünce dizel araçların büyük bölümünün daha çok hava kirliliğine neden olduğunu ortaya koydu.


Emission Analytics isimli denetleme şirketi BBC’ye açıklamasında hava sıcaklığı düştükçe pek çok farklı araç modelinin zehirli gaz salımlarında artış olduğunu tespit ettiklerini söyledi.


Özellikle gaz salım standartlarının belirlendiği 2011 yılında zorunlu kılınan Euro 5 sınıfındaki araçlar arasında büyük sorun yaşanıyor.


Şirket 31 üretici arasında 213 araç modelini test etti.


Araştırma milyonlarca aracın hava kirliliği kontrol panellerini kapalı olarak kullanıldığını ortaya koydu.


AB yasaları üreticilere motoru korumak için kirlilik kontrol panellerinde kesintiye gitmesine müsaade ediyor.


Mühendislere göre aşırı sıcak ve soğuk havalar aracın bazı parçalarına zarar verebilir.


Ancak kimi uzmanlar otomobil şirketlerinin aracın yakıt verimliliğini arttırdığı için bu kuralı kötüye kullandığı görüşünde.


 

Emissions Analytics üst düzey yöneticisi Nick Molden “Verilerimize göre Euro 5 nesli otomobiller arasında bu oldukça yaygın. 18 derecenin altında pek çok araç daha yüksek gaz salımlarına sahip. Bunun amacı arabaya daha iyi yakıt ekonomisi yaratmak olabilir” dedi.


“3,6 kat zehirli gaz salıyor”


Molden “Sıfırın altında daha yüksek gaz salımlarından söz etsek bu anlaşılır olurdu. Çünkü motorun korunması gerekir. Ama ısı sınır eşiği oldukça yüksek ve bu şaşırtıcı bir durum” diye ekledi.


Otomobil üreticileri ise bunun araçların bozulmasını engellemek için olduğunu savunuyor.


Emissions Analytics şirketi ortalama bir Euro 5 aracının 18 derecenin üstünde zehirli Nitrojen Oksit (NOx) yasal sınırının 3,6 katı daha fazla salım yaptığını ortaya koydu. Bu oran hava ısısı düşünce sınırın 4,6 katına çıkabiliyor.


Molden Eylül ayında satışa sunulan son Euro 6 nesli araçlarının daha iyi durumda olduğunu söylüyor.


Bu dizel araçlar 18 derecenin üstünde sınırı 2, 9 kat aşarken, düşük ısılarda bu 4,2 kata çıkıyor.


Alman, Fransız ve İngiliz hükümetlerinin geçtiğimiz günlerde yaptırdığı bir testte, popüler otomobil modellerinin hava soğukken daha çok kirlilik yarattığı ortaya çıkmıştı.


Alman hükümeti Opel, Mercedes, Volkswagen, Porsche ve Audi şirketlerinden Avrupa’daki 630 bin aracın gaz salımlarını kontrol eden yazılımları güncellemelerini talep etti.



Dizel araçlar 18C'nin altında daha çok kirletiyor

 


Her gün defalarca karşılaştığımız aynaların hangi renk olduğunu hiç düşündünüz mü? Bir aynanın önüne kırmızı bir nesne koyduğunuzda ayna kırmızı renk alır ya da mavi bir nesne koyduğunuzda ayna bir anda mavi olur. Hatta aynanın karşısına siz geçtiğinizde aynada kendinizi görürsünüz. İnsan gözü 10 milyondan fazla rengi ayırt edebiliyorken neden aynalar için tek bir renk söylemek mümkün değildir?


Aynanın hangi renk olduğuna karar vermeden önce rengin ne olduğunu tanımlayalım. Beyaz ışık farklı renklerin birleşmesinden oluşur, bu renkleri de gökkuşağı renkleri olarak ifade edebiliriz. Beyaz ışık bir nesneye çarptığında içerisindeki renkler nesne tarafında emilir ve sadece bir tanesi dışarı yansır, biz de yansıyan bu rengi görürüz. Daha bilimsel yaklaşacak olursak, renkler dalga boylarına göre değerlendirilir. En uzun dalga boyuna sahip olan renk kırmızıdır ve dalga boyu kısaldıkça renkler de turuncu, sarı, yeşil, mavi ve mor diye devam eder.


Ayna-Hangi-Renktir-01


Eğer o nesne bütün dalga boylarını yansıtıyorsa beyaz olarak görünür ve eğer hepsinin emiyor, herhangi bir yansıma olmuyorsa siyah olarak görünür. Bu durumda akla ilk gelecek olan soru da eğer kusursuz bir ayna her rengi yansıtıyorsa neden beyaz olarak görmüyoruz? Burada dikkat edilmesi gereken nokta aynalar ışığı nesnelerden farklı olarak yansıtır. Bir nesne gelen ışığı her yöne yansıtırken, ayna sadece tek bir yönde yansıtır. Aynanın bu özelliği neden odanın bir köşesinden aynaya baktığımızda aynı açıda karşı köşede yer alan eşyaları görebilmemizi açıklar.


Şimdiye kadar bahsedilen özellikler kusursuz aynalar için geçerliydi fakat kusursuz diye bir şey yoktur. Her ayna üzerinde az da olsa kusur taşır. Bu kusurlardan dolayı da bir miktar ışığı emer. Ancak emilen bu ışık fark edilemeyecek kadar azdır. Eğer bir aynadan yansıyan ışığın spektrumuna bakacak olursak 510 nanometre civarında olduğunu görürüz ki bu aralık yeşil ışığa denk gelir. Yani normal bir ayna görünür spektrumdaki yeşil ışığı daha fazla yansıtır.


Ayna-Hangi-Renktir-02


Normal bir aynanın biraz da olsa yeşil ışık yansıttığını kanıtlamak için evde de basit bir deney yapabilirsiniz. Eğer bir aynanın karşısına başka bir ayna yerleştirilirseniz sonsuza uzanan aynalardan bir tünel görürsünüz. Tüneldeki her aynada görünür ışık biraz daha fazla emilir tabi kıyaslandığında yeşil ışık diğerlerine göre daha az emilir. Böylece tünelin sonuna doğru oluşan yeşilliği fark edebilirsiniz.


Kaynaklar


What color is a mirror? Erişim Tarihi: 3 Şubat 2016, http://futurism.com/the-color-of-mirrors/


What color is a mirror? Erişim Tarihi: 3 Şubat 2016, http://www.badastronomy.com/mad/1996/mirror.html


What color is a mirror? Erişim Tarihi: 3 Şubat 2016, http://io9.gizmodo.com/what-color-is-a-mirror-1725115120


 



Ayna Hangi Renktir?



Astronomlar, ilk defa olarak, bir öte-gezegenin yörüngesinde dolanırken yüzey sıcaklığının nasıl değiştiğini ölçtü…

Spitzer Uzay Teleskobunu kullanan araştırmacılar, Büyük Ayı (Ursa major) Takımyıldızı içinde ve Dünyadan 190 ışık yılı uzaklıkta, HD 80606b olarak kodlanan acayip bir “çok sıcak” öte-gezegenin, bir gezegenden ziyade, bir kuyrukluyıldız gibi, çok eksantrik (uzun ekseni kısaya göre çok büyük) bir yörüngeyi 111 günde bir dolandığını belirledi…

Earthsky.org’da yayımlanan bu habere göre, daha önce Güneş Sisteminin benzeri olduğu düşünülen “öte-gezegen” sistemlerinin, son yirmi yılda, teleskopların da gelişmesiyle, çok daha farklı yapıda (konfigürasyonda) olanları belirlendi…!

Güneş Sisteminde mevcut olan gezegenlerden farklı olarak belirlenenlere bir örnek, ait oldukları Güneşin çok yakınından geçebilen “sıcak Jüpiter”ler… Bilim insanları, yıldızların uzağında oluşması beklenen bu “Jüpiter-benzeri” gezegenlerin yıldızların bu kadar yakınında nasıl oluşabildiğini henüz açıklayamadı…

Jüpiter büyüklüğündeki HD 80606b Dünyanın dört katı kütleye sahip. Yörünge hareketi esnasında, ait olduğu yıldıza çok yaklaşan bu gezegenin atmosferinde çok yüksek hızlı rüzgarlar ortaya çıkarken, sıcaklığın 2000 santigrad dereceye çıkmasıyla, kimyasal reaksiyonlar kazanına dönüşmekte… Yıldızdan uzaklaşma sürecinde, bu gök cisminin sıcaklığı 10 saat gibi çok kısa sürede hızla düşerek, Spitzer’le gözlenmesi mümkün olamayacak şekilde azalmakta…

Gezegenbilimciler, sıcak Jüpiterlerin Güneş Sistemindeki Jüpiter gibi, yıldızlarından uzak ve dairesel bir yörüngede oluştuğunu düşünmekte… Takibeden dönemde, başka bir yıldız gibi, büyük kütleli gök cisimlerinin kütle çekimi kuvveti bu sıcak-Jüpiterleri aşırı eliptik bir yörüngeye itebilmekte… Yıldızına çok daha yakından geçmeye başlayan bu öte-gezegen yıldızının kütle çekimi etkisiyle sıkıştırılmakta ve enerjisinin bir kısmını ısı olarak yayımlamasına sebep olmakta… Takiben, çok basık yörüngesi biraz daha dairesel bir şekil almaya (circularization) başlamakta…

Araştırmacılar, HD 80606 b’nin bu sürecin ara-aşamasında olduğunu düşünüyor…! Bu görüş, yıldızına yakın dairesel yörüngelerde dolanan sıcak-Jüpiterlerin ortaya çıkışına da bir açıklama getirmiş oluyor…

Yine de, yıldızlara yakın yörüngelerde dolanan sıcak-Jüpiterlerin ortaya çıkış sürecine tek açıklama bu değil… Başka bazı araştırmacılar, gezegen-oluşturan diskin de yardımıyla, uzak yörüngelerdeki gezegenlerin bir spiral-yörünge izleyerek, yıldıza yakın ve dairesel bir yörüngeye yerleştiklerini de düşünüyor…!

Neticede…araştırmalar devam ediyor…!



Aşırı eksantrik yörüngesi olan bir “sıcak-jüpiter” ortaya çıkarıldı…!



Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), bir asteroidi uzay aracına çevirmeyi planlıyor.

NASA’nın belirlediği uzay keşfinde ileri teknolojilerin kullanılacağı 13 proje arasında ilginç bir çalışma yer alıyor. NASA’dan yapılan açıklamaya göre, özel bir robotla bir asteroidin uzay aracına dönüştürülmesi amaçlanıyor.

Bu arada projeler arasında Mars’ta kullanılması için mikroorganizmaların yeniden programlanması ve kozmik çöpleri temizlemek için özel cihazların geliştirilmesi de yer alıyor.



NASA asteroidi uzay aracına çevirecek

 


 



 


 


ESO’nun Şili’deki Paranal Gözlemevi’nde bulunan Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri yaşlı bir yıldızın etrafındaki tozlu diskin şimdiye kadarki keskin görüntüsünü elde etti. Bu tür özellikler ilk kez genç yıldızların etrafındakilerle karşılaştırılabiliyor — ve şaşırtıcı şekilde benzer görünüyorlar. Hatta bir yıldızın yaşamının sonunda oluşmaya başlayan bir diskin ikinci nesil gezegenleri oluşturması mümkün mümkün olabilir.


Yaşamlarının sonuna ulaşan yıldızların çoğu çevrelerinde gaz ve tozdan oluşan kararlı bir disk geliştirirler. Bu malzeme, yıldızın evrim basamağında kırmızı dev aşamasına geçişi sırasında yıldız rüzgarlarınca dışarıya atılır. Bu diskler genç yıldızların etrafında gezegenleri oluşturanlara benzemektedir. Ancak gökbilimciler şimdiye kadar biri yıldızın yaşam döngüsünün başında diğer sonunda oluşan bu iki türü karşılaştırmayı başaramamıştı.


Her ne kadar bize yeterince yakın çoğu genç yıldızın ayrıntılı olarak inceleyebileceğimiz diskleri olsa da, bize yakın ve ayrıntılı görüntüler elde edebileceğimiz diske sahip herhangi bir yaşlı yıldız bulunmuyor.


Ancak bu şimdi değişti. Belçika Leuven’deki Gökbilim Enstitüsü’nden Michel Hillen ve Hans Van Winckel liderliğindeki bir ekip ESO’nun Paranal Gözlemevi’ndeki PIONIER aygıtı ile güçlendirilen Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri’ni (VLTI) ve yeni güncellenen RAPID dedektörünü tam kapasite ile kullandılar.


Hedef Yelken takımyıldızı doğrultusunda Yeryüzü’nden yaklaşık 4000 ışık-yılı uzaklıkta yer alan yaşlı çift yıldız IRAS 08544-4431’di [1].Bu çift yıldız, maddesini çevredeki tozlu diske aktarmış olan bir kırmızı dev ve ona yakın bir yörüngede dolanan daha normal ve daha az evrimleşmiş bir yıldız içermektedir.


Birleşik Krallık Exeter Üniversitesi’nden ekip üyesi Jacques Kluska şu açıklamayı yapıyor: “Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri’ndeki birkaç teleskoptan alınan ışığı birleştirerek, hayret verici keskinlikte bir görüntü elde ettik — 150 metre çapında bir teleskopun görebileceği kadar. Karşılaştırma yaparsak çözünürlük o kadar yüksek ki, iki bin kilometre uzaklıktaki bir euro bozuk paranın şeklini ve boyutunu belirleyebilirdik.


Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri ile alınan görüntülerdeki eşi benzeri görülmemiş keskinlik [2], ve merkezi yıldızı görüntüden ayırt ederek etrafında ne olduğunu ortaya çıkaran yeni bir görüntüleme tekniği sayesinde, ekip ilk kez IRAS 08544-4431 sistemini tüm yapı taşlarına kadar ayırabildi.


Görüntüdeki en önemli özellik açıkça çözülen disktir. Bu gözlemlerde ilk kez görülen toz diskinin iç sınırı, tozlu diskin beklenen başlangıcı ile örtüşmektedir: yıldızlara yakınlaştıkça, toz gelen şiddetli ışınım karşısında buharlaşacaktır.


Ayrıca muhtemelen yoldaş yıldız etrafındaki küçük yığışma diskinden gelen daha sönük bir ışıma da bizi şaşırttı. Yıldızın çift olduğunu biliyorduk, ancak yoldaşı doğrudan görmeyi beklemiyorduk. Gerçekten yeni dedektör PIONIER ile sağlanan performans artışı sayesinde bu uzak sistemin en iç kısımlarını bile görebilir hale geldik,” diye ekliyor araştırmayı yürüten Michel Hillen.


Ekip yaşlı yıldızların etrafındaki disklerin, genç yıldızların etrafındaki gezegen-oluşum disklerine oldukça benzediğini buldu. Bu yaşlı yıldızların etrafında gerçekten ikinci kuşak bir gezegenler topluluğu henüz belirlenemese de, bu ilginç bir olasılık.


Gözlemlerimiz ve modellerimiz çift yıldızlardaki yıldız evriminin yanı sıra, bu disklerin fiziği üzerine çalışmalarda yeni bir pencere açıyor. Yakın çift sistemlerle tozlu çevreleri arasındaki karmaşık etkileşimler uzay ve zamanda ilk kez çözülüyor,” diyor Hans Van Winckel.


Notlar


[1] Nesnenin adı bu kaynaktan gelen kırmızı-ötesi ışımanın IRAS uydusu ile 1980’lerde tespit edilerek kataloglandığını göstermektedir.


[2] Yardımcı Teleskoplarla birlikte kullanıldığında VLTI’nın çözünürlüğü, yaklaşık bir mili-yay-saniyesi kadardı (bir derecenin 1/3600’da birinin 1/1000’i).


 



Yaşlı Yıldızın Tozlu Diskine Ilişik En Keskin Görünüm

 



 


 


ESO’nun Şili’deki La Silla Gözlemevi’nde bulunan HARPS tayfölçeri ile yapılan gözlemlerde cüce gezegen Ceres özerindeki parlak noktalarda gerçekleşen beklenmedik değişimler gözler önüne serildi. Yeryüzünden gözlendiğinde bir ışık noktasından fazlası olmasa da, bu ışık üzerinden yapılan ayrıntılı çalışmayla Ceres’in sadece kendi etrafındaki dönüşüyle beklenen değişimler değil, aynı zamanda gün içinde parlaklığı artan noktalar ve diğer değişimler de gözlendi. Bu gözlemler parlak noktalardaki maddelerin uçucu olduğunu ve güneş ışığının ılık parıltısıyla buharlaştığına işaret ediyor.


Ceres, Mars ve Jüpiter arasında bulunan asteroid kuşağındaki en büyük nesne olup, cüce gezegen sınıfına alınan tek üyedir. NASA’nın Şafak uzay aracı bir yıldan uzun bir süredir Ceres’in yörüngesinde dolanmakta ve yüzeydeki ayrıntıları görüntülemektedir. En şaşırtıcı gözlemlerden birisi de oldukça parlak noktaların keşfi olup, bu bölgeler çevrelerindeki karanlık yerlere göre çok daha fazla ışık yaymaktadırlar [1]. Bu noktalardan en göze çarpanı Occator kraterinin içinde yer almaktadır ve Ceres’in diğer asteroid komşularına göre çok daha aktif bir dünya olabileceği izlenimi uyandırmaktadır.


Şili’deki La Silla Gözlemevi’nde bulunan ESO 3.6-metre teleskopu üzerindeki HARPS tayfölçerinin kullanıldığı yeni ve oldukça hassas gözlemler sayesinde sadece Ceres’in kendi ekseni etrafındaki dönmesiyle meydana gelen noktasal değişimler değil, aynı zamanda bu noktaların gün içerisinde güneş ışığı ile buharlaştıklarını gösteren diğer değişimlerde bulundu.


INAF–Trieste Gökbilim Gözlemevi’nden yeni çalışmanın yürütücüsü Paolo Molaro hikâyenin geri kalanını şöyle tamamlıyor: “Şafak uzay aracının Ceres üzerindeki gizemli parlak noktaları ortaya çıkarmasıyla, hemen Yeryüzü’nden yapılabilecek olası ölçümler aklıma geldi. Ceres kendi etrafında döndükçe üzerindeki noktalar da Dünya’ya yakınlaşmakta ve sonra uzaklaşmaktadır ki bu da yansıyarak Dünya’ya ulaşan güneş ışığının tayfını etkilemektedir.


Ceres kendi etrafındaki bir turunu dokuz saatte tamamlamaktadır ve hesaplamalara göre bu noktaların dönmeden kaynaklanan hareketlerinin yeryüzüne göre hızları oldukça küçüktür, saatte yaklaşık 20 kilometre civarında. Ancak bu hareket Doppler etkisi adı verilen bir yöntemle ve HARPS gibi hassas aygıtlarla ölçülebilecek kadar büyüktür.


HARPS aygıtını kullanan araştırma ekibi Ceres’i Temmuz ve Ağustos 2015’te iki gecenin biraz üzerinde bir süre boyunca gözledi. “Sonuçlar şaşırtıcıydı,” diye ekliyor çalışmanın yürütücülerinden Antonino Lanza (INAF–Catania Astrofizik Gözlemevi). “Tayfta Ceres’in dönmesinden kaynaklanan değişimleri zaten bekliyorduk, ancak beklemediğimiz geceden geceye değişen oldukça büyük diğer değişimlerdi.”


Ekibe göre gözlenen değişimler güneş ışığı nedeniyle buharlaşmaya uğrayan uçucu bileşenlerin varlığı nedeniyle olabilir [2]. Occator krateri içindeki noktalar Güneş tarafından aydınlatıldığı sırada, güneş ışığını oldukça etkin bir şekilde yansıtan gaz sütunları meydana getiriyorlar. Daha sonra bu sütunlar hızlıca buharlaşarak, yansıtıcı özelliklerini kaybediyor ve bu da gözlemdeki ışık değişimine karşılık geliyor. Bununla birlikte bu etki, geceden geceye değişerek, hem kısa hem de uzun zaman ölçeklerinde gerçekleşen diğer rastgele değişimlere yol açıyor.


Eğer bu yaklaşım doğrulanırsa Ceres’in Vesta’dan ve diğer ana asteroid kuşağı nesnelerinden oldukça farklı olduğu ortaya çıkacaktır. Görece yalıtılmış bir konumda olsa da, iç kısımlarında aktif bölgeler olduğu görülüyor. Ceres’in su yönünden zengin olduğu bilinse de, bunun parlak noktalarda ilişkisi henüz bilinmiyor. Yine yüzeyden sürekli sızan maddenin enerji kaynağı da bilinmiyor.


Şafak Ceres’i ve gizemli noktalarını incelemeye devam ediyor. Yerden HARPS aygıtı ve diğer tesisler ile yapılan gözlemler uzay görevi tamamlandıktan sonra bile devam edebilir.


Notlar


[1] Şafak uzay aracı ile keşfedilmelerinden sonra, NASA/ESA Hubble Uzay Teleskopu ile 2003 ve 2004 yıllarında alınan Ceres’in daha önceki görüntülerinde de daha az belirgin olarak tanımlandılar.


[2] Ceres üzerindeki noktalarda bulunan yüksek yansıtma oranına sahip maddelerin yeni oluşmuş su buzu ya da sulu magnezyum sülfat olabileceği tahmin ediliyor.


[3] Güneş Sistemi’nde iç kısımları aktif olan çoğu nesne, örneğin Jüpiter ve Satürn’ün büyük uyduları, gezegenlerine olan yakınlıklarından dolayı güçlü gel-git etkilerine maruz kalmaktadırlar.


 



Ceres Üstündeki Parlak Noktalarda Beklenmeyen Değişimler Ortaya çıkarıldı

 



 


 


ESO’nun VLT Tarama Teleskopu üzerindeki OmegaCAM ile yakalanın bu manzarada Wolf-Lundmark-Melotte ya da kısaca WLM olarak bilinen yalnız bir gökada yer alıyor. Her ne kadar Yerel Küme’deki onlarca gökadanın bir parçası olsa da, WLM yalnız bir şekile grubun dış kısımlarında ve en uzaktaki üyelerinden biridir. Aslında, gökada o kadar küçük ve gözden uzak ki, belki de Yerel Küme’den hiç bir üyeyle — ya da belki de Evren’in tarihinde hiçbir gökada ile etkileşmemiş olabilir.


Amazon’daki yağmur ormanlarının derinliklerinde yaşayan hiç iletişim kurulmamış bir kabile ya da Pasifik okyanusundaki bir ada yerine, WLM çevresi tarafından çok az etkilenmiş ilkel gökadaların doğasına dair nadir bir bakış sunuyor.


1909’da Alman gökbilimci Max Wolf tarafından keşfedilen WLM yaklaşık 15 yıl sonra Knut Lundmark ve Philibert Jacques Melotte adlı gökbilimciler tarafından bir gökada olarak tanımlandı — bu da gökadanın takma adını açıklıyor. Sönük gökada Balina takımyıldızı doğrultusunda ve Yerel Küme’deki üç baskın gökadadan biri olan Samanyolu’ndan yaklaşık üç milyon ışık-yılı uzaklıkta yer alıyor,


WLM oldukça küçük ve şekilsiz, bu nedenle cüce düzensiz gökada sınıfında yer alıyor. WLM en geniş olduğu yerde yaklaşık 8000 ışık-yılına uzanıyor, buna 1996 yılında keşfedilen (eso9633) oldukça yaşlı yıldızların yer aldığı gökadanın halesi de dahil.


Gökbilimciler görece küçük ilk gökadaların kütleçekimi nedeniyle diğer gökadalarla etkileştiklerini ve çoğu durumda birleşerek daha büyük gökadaları oluşturduklarını düşünüyor. Milyarlarca yıl içinde, bu birleşme süreci günümüzde Evren’de yaygın olarak görülen büyük sarmal ve eliptik gökadaların oluşmasını gelmesini sağlamıştır. Bu şekilde bir araya gelen gökadalar insan topluluklarının binlerce yıl boyunca göç ederek daha büyük yerleşim bölgelerinde toplanmalarına ve sonunda günümüzün mega-şehirlerini ortaya çıkarmalarına benziyor.


WLM ise bunu tek başına yaptı, diğer gökadaların ve onların yıldız kümelerinin etkisinde kalmadan. Bu yüzden, dışardan kişilerle sınırlı etkileşimi olan gizli kalmış bir insan topluluğu gibi, WLM görece sakin bir doğal durumda” olup, yaşamı boyunca meydana gelen değişimler çevresindeki aktivitelerden büyük ölçüde bağımsız olarak gelişmiştir.


Bu küçük gökada çok sönük kırmızı yıldızlardan oluşan ve çevresindeki karanlık uzaya doğru genişleyen bir haleye sahiptir. Kırmızımsı tonlar gelişmiş yıldız yaşına işaret etmektedir. Halenin varlığı muhtemelen gökadanın kendi oluşumuna kadar gitmektedir, bu nedenle ilk gökadaları meydana getiren mekanizmalar hakkında ipuçları içermektedir.


WLM’nin merkezindeki yıldızlarsa, daha genç ve mavimsi görünmektedirler. Görüntüdeki pembemsi bulutlar genç yıldızlardan gelen yoğun ışımanın hidrojen gazını iyonlaştırdığı bölgeler olup, kırmızının özel bir tonunda ışıldamalarına neden olmaktadır.


Bu ayrıntılı görüntü, görünür ışıkta gökyüzünü taramaya adanmış 2.6-metre ayna çaplı bir teleskop olan ESO’nun Şili’deki VLT Tarama Teleskopu (VST) üzerindeki geniş alan görüntüleyicisi OmegaCAM ile alınmıştır. OmegaCAM üzerindeki 32 adet CCD algılayıcı 256-milyon piksellik görüntüler oluşturmakta ve böylece görünür evrene ait oldukça ayrıntılı ve geniş alan görüntüleri sunmaktadır.


 



Mahalli Kümenin Asileri

 



 


 


Atacama Milimetre/milimetre-altı Dizgesi (ALMA) ile alınan bu yeni görüntüde Güneş-benzeri yakın yıldız TW Hydrae etrafındaki gezegen-oluşum diskinin şimdiye kadarki en ayrıntılı hali gösteriliyor. Yıldızdan Yer-Güneş mesafesi uzaklığında, gezegenimizin bebeklik haline benzeyen, ya da bir ihtimalle daha büyük kütleli bir süper-Dünya’nın oluşmaya başladığı bir boşluk gözler önüne seriliyor.


TW Hydrae Yeryüzü’ne yakınlığı (sadece 175 ışık-yılı uzaklığında) ve henüz gençlik döneminde (yaklaşık 10 milyon yıl yaşında) olması dolayısıyla gökbilimciler için popüler bir araştırma hedefidir. Ayrıca dünyadan bakıldığında tam karşıdan görülen bir yönelime sahiptir. Bu sayede gökbilimciler, yıldızın etrafındaki öncül gezegen diskinin tamamını düzgün bir şekilde görebilmektedir.


Daha önce optik ve radyo teleskoplarla yapılan çalışmalar TW Hydrae’nin bir araya gelmeye başlayan belirgin bir disk özelliği gösterdiğini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor,” diyor bugün Astrophysical Journal Letters adlı dergide yayımlanan makalenin baş yazarı ABD’deki Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden (Cambridge, Massachusetts) Sean Andrews. “Yeni ALMA görüntüleri diski benzeri görülmemiş ayrıntıyla göstererek, bir dizi eş merkezli tozlu parlak halka ve karanlık boşlukları gözler önüne serdi, ve bunlar arasında burada oluşmakta olan Dünya-benzeri bir yörüngedeki gezegene işaret edebilecek ilginç özellikler de yer alıyor”.


Yeni görüntülerde diğer göze çarpan boşluklar merkezi yıldızdan üç milyar ve altı milyar kilometre uzaklıkta bulunuyor, Güneş Sistemi’nde Uranüs ve Pluto’nun Güneş’e olan ortalama uzaklıklarına benzer şekilde. Bunlar da gezegenleri oluşturmak üzere bir araya gelmiş parçacıkların sonuçları olabilir, daha sonra yörüngelerindeki tozu ve gazı süpürerek, geride kalan malzemeyi çevrelerindeki belirgin yörüngelerde toplamaktadır.


Yeni TW Hydrae gözlemleri için gökbilimciler diskte bulunan milimetre-boyutlarındaki toz parçacıklarından gelen sönük radyo sinyallerini görüntüledi ve Dünya-Güneş mesafesindeki (yaklaşık 150 milyon kilometre) bir uzaklık mertebesinden ayrıntılara ulaştılar. Bu ayrıntılı gözlemler ALMA’nın yüksek-çözünürlüğü ve uzun-dizge hattı yerleşimi sayesinde mümkün oldu. ALMA’nın antenleri maksimum ayrıklığa yani 15 kilometreye varan mesafelere ulaştğında, teleskop daha ince ayrıntıları çözümleyebilmektedir. “Bu ALMA’nın bir öncül-gezegen diski için ulaştığı en yüksek uzaysal çözünürlüktür” diyor Andrews [1].


TW Hydrae oldukça özel. Bilinen en yakın öncül-gezegen diski ve 10 milyon yıl yaşındayken Güneş Sistemi’ni andıran bir yapıya sahip.” diye ekliyor yine Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden eş-yazar David Wilner.


Başka bir sistem HL Tauri’ye ait daha önceki ALMA gözlemlerine göre daha da genç öncül-gezegen diskleri — yalnızca 1 milyon yıl yaşında — gezegen oluşumuna benzer işaretler gösterebiliyor. Daha yaşlı TW Hydrae diskini araştıran gökbilimciler kendi gezegenimizin ve Samanyolu’ndaki benzer diğer sistemlerin evrimini daha iyi anlamayı ümit ediyorlar.


Gökbilimciler şimdi bu tür disk özelliklerinin genç yıldızların etrafında ne kadar yaygın olabileceğini ve zamanla ya da çevresel etkilerle nasıl değişebileceklerini bulmaya çalışıyorlar.


Notlar


[1] HL Tauri görüntülerinin açısal çözünürlükleri bu yeni gözlemlerle benzerdi, ancak TW Hydrae Yeryüzü’ne çok daha yakın olduğundan, daha ince detaylar görülebilmektedir.


 



ALMA’dan En Detaylı Öncül Gezegen Diski Görüntüsü

gumusun-antimikrobiyal-etkisi-00


Genel olarak ağır metaller, mikroorganizmalar için toksik özellik taşırlar. Ancak, yan etkilerinden dolayı kullanımları tercih edilmemektedir. Gümüş, diğer metallere oranla hem daha etkili hem de bizler için düşük toksik özelliğe sahiptir.


Gümüş karşılaştığı mikroorganizmanın hücre duvarını, sonra da hücre zarını geçerek DNA’sını bozar. Böylelikle, zarları yırtılan mikroorganizmalar artık çoğalamazlar. Ayrıca, mikroorganizmalar gümüşe karşı bağışıklık da kazanamazlar.


Gümüşün sağlık alanında kullanımı milattan önce 1000’li yıllara uzanır. 1800’lü yıllarda yeniden keşfedilmiş, hatta 1900’lü yıllarda çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmaya başlanmıştır. Gümüş antibiyotik özellik gösterdiği için, bakteriyel enfeksiyonlarda, yanıklarda, yaralarda, kronik ülserde çokça faydalı olmuştur. Yeni doğan bebekler için göz antiseptiği olarak kullanımı da eskiden beri devam etmektedir. Günümüzde sağlık alanında kullanılmasının yanı sıra, tekstil endüstrisinde de kullanımı yaygınlaşmıştır.


Gümüşün ağır metallerden ayrılarak tekstil endüstrisinde kullanılmasıyla, başta diyabet tedavisinde kullanılan gümüş çorap üretilmiştir. Bu çorap, halk arasında diyabet çorabı olarak da bilinir. Bu çorap sayesinde, diyabet hastalarının en büyük derdi olan ayak yaralarına bir çözüm yolu bulunmuştur. Gümüş çorap, ayaktaki kokuyu, ödemi, yaraları, mantar ve egzamaları giderir.


gumusun-antimikrobiyal-etkisi-01


Kaynaklar


Gümüşün Antimikrobiyel Etkisi, Erişim Tarihi, 20.04.2016, https://www.sciencedaily.com.


 



Gümüşün Antimikrobiyal Tesiri

Ch3wvv_XEAAyZiJChina Daily gazetesinin haberine göre, yetkililer, ülkenin güneyindeki Guangşi Cuang Özerk Bölgesi’nde 2014 yılında yapılan araştırmalarda bulunan böceğin, şu ana kadarki bulunan en uzun böcek olduğunu belirtti.


Uzmanlık alanı böcekler olan Cao Li adlı Çinli bir araştırmacı, değnek çekirgesi türünde ve 62,4 santimetre boyundaki dev böceği, bölgede bin 200 metre yükseliğindeki dağlık bir alanda buldu.


Yetkililer bu böceğin, 2008 yılında Malezya’da 56,7 santimetre uzunluğunda bulunan ve şu an Londra’daki Doğal Tarih Müzesi’nde sergilenen böcekten daha uzun olduğunun kanıtlandığını açıkladı.


“Phryganistria chinensis Cao” olarak adlandırılan böcek, yakın zamanda tez olarak yayınlanacak.



Dünyanın en uzun böceği



Biliminsanları birkaç milyar yıl içinde Güneş’in ‘kızıl bir dev’e dönüşüp Merkür, Venüs, Mars ve Dünya’yı yok edebileceği görüşünde. Araştırmaya göre, Ay ise Güneş’in ilk kurbanı olabilir.

ABD’li Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi ve İngiliz Warwick Üniversitesi’nden araştırmacılar beyaz cüce yıldızları ve bu yıldızların gezegen sistemleri üzerindeki etkilerini inceledi.

Araştırmalarında cüce yıldızların dinamik bir şekilde hareketlilik gösterdiği sonucuna varan bilim insanları, bu arada Dünya’dan 570 ışık yılı uzakta WD 1145+017 isimli bir cüce yıldızın olduğunu fark etti.

Bu yıldızın çok sayıda gezegeni yok ettiğini gözlemleyen biliminsanları Güneş’in de birkaç milyar yıl içinde bir beyaz cüce yıldıza dönüşebileceği ve başta Ay olmak üzere, Dünya ve diğer gezegenleri yok edebileceğini kaydetti.



Güneş, Dünya'yı yok edebilir

 


Kan aldırmaktan korkuyor musunuz? İğne görünce fenalaşıp kendinizi kötü mü hissediyorsunuz? Öyleyse bu yenilik tam sizler için. İğnesiz kan aldırmak artık mümkün. İğne yerine hafif bir basınçla derinize temas edip kanınızı alacak cihazlar artık yolda.



  Kan aldırmak, birçoğumuz için gerçekten de korku verici olabiliyor. Kan aldırırken fenalaşanlar, hatta bayılanlar olduğunu duymuşuzdur veya bunu bizzat deneyimlemişizdir. Kanın iğne ile alınıyor olması dolayısıyla canımızı az da olsa acıtması bizi endişelendiren ve korkumuzun oluşmasında etkili olan en önemli unsurdur. Ayrıca kan aldırma sırasında bazı insanlar, enjeksiyonda alınan kanı görüp kan tuttuğu için fenalaşarak zor anlar yaşarlar.


Bir diğer problem de damarla ilgili olabiliyor. Damarı zor bulunan hastalarda kan alma işlemi hem hasta hem sağlık personeli açısından işkence haline dönüşebiliyor. Bunun yanı sıra, şeker hastaları düzenli aralıklarla kanlarındaki glikozu ölçtürmek zorundalar. Bu nedenle iğneden korkmaları halinde tedavi süreçleri çok zorlaşabiliyor. Bu korku kimi insanda fobi oluşturup test yaptırmaktan kaçınmaya kadar gidebiliyor.


İşte tüm bu sorunlar artık ortadan kalkıyor ve iğne ile kan almak tarih oluyor. Kan almak için geliştirilen yeni medikal cihazlar, vakum özelliği gösterip hastadan kısa bir sürede ve acısız bir şekilde kan alabiliyor. Bu medikal cihaz iki farklı şekilde dizayn edilmiştir. Bir tanesi saat şeklinde olup bileğinize hafif bir basınç uygulayarak kan almayı sağlıyor. Diğeri ise parmak ucundan kan alınmasını sağlayan bir cihazdır.


 



Patenti alınan, ilk versiyonları piyasaya sürülen bu cihaz, gazla çalışan bir mikro-partikül ile deriyi deliyor ve negatif bir basınç uygulayarak bir miktar kanı çekiyor. Mikro seviyede bir işlem olması nedeniyle bu delinme işlemi bizim fark edemeyeceğimiz ve hissedemeyeceğimiz bir şekilde gerçekleşiyor.



Cihazın şimdilik tek eksiği düşük miktardaki kan alımlarında kullanılıyor olması. İleri tetkik isteyen bazı hastalıklarda, fazla miktarda kan alınma taleplerine ise henüz bu cihazlar karşılık vermiyor. Şu an yurt dışında satışa sunulmaya başlanan bu ürün, yakında ülkemizde de kullanılmaya başlanacak.



Kaynaklar


http://www.ibtimes.co.uk/google-how-needle-free-blood-drawing-watch-would-work-1532588


http://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-3346020/Google-blood-Patent-reveals-firm-planning-needle-free-way-collect-samples-using-smartwatches.html


 



İğnesiz Kan Aldırmak Artık Mümkün

Ford teknoloji işinde. Evet araba da yapıyorlar ancak bu faaliyetlerinin sadece bir parçası.


Şirketin üst düzey yönetimi, gelecekteki rakiplerinin General Motors ya da Chrysler olmayacağı varsayımında bulunuyor ve yeni rakiplerin Google ya da Apple olarak görüyor.


Ford’un CEO’su Mark Fields “Varsayımımız Apple’ın araba üreteceği yönünde” dedi.


Fields “Bu bize tek bir ürün üstünde değil müşterinin ürünle ve hizmetle ilgili tüm deneyimine de odaklanmamız için gerekli teşviği sağlıyor” dedi.


Odaklanma Ford Şirketi’nin Silikon Vadisi’ndeki yeni tekonoloji işinde sürücüsüz arabalar üstündeki çalışma anlamına geliyor.


Ford teknoloji şirketleriyle ortaklık kurup insanların araçlarıyla kurdukları iletişimi de araştırıyor.


Geçen hafta Apple, Aston Martin’in baş mühendisi ve Tesla Motors’un araç mühendisliği eski başkan yardımcısı Chris Porritt’i işe almıştı.


Porritt’in Apple’ın araba projesi Titan üstünde çalışacağı düşünülüyor.


“Araba değil hareketlilik piyasası”


Google’un sürücüsüz araçlarının yanısıra teknoloji şirketleri “hareketliliğin” gelecekteki pazar değerini anlamış görünüyor.


Geleneksel araba pazarının yıllık küresel cirosu 2.31 trilyon dolar civarında.


Buna taksi, ortak araba, Über taksi, bisiklet, otobüs gibi diğer karayolu ulaşımı eklenince piyasa değeri 5.49 trilyon dolara çıkıyor.


 

Fields şirketine en büyük tehdidin General Motors mu yoksa Google mu olduğu sorusuna şu yanıtı veriyor:


“İşimizde bildiğimiz ve saygı duyduğumuz pek çok geleneksel rakip var. Bir de geleneksel olmayan ama otomobil endüstrisiyle ilgilenen ve piyasaya bakıp “biz de bundan bir parça koparabiliriz” diyen pek çok yeni rakip de var”.


Fields ABD’nin Kaliforniya eyaletindeki Palo Alto kentinde büyük bir araştırma ve buluş merkezi kurduklarını ve bu çevrede işbirliği yapacaklarını da söyledi.


Ancak Ford Google’un araçlarını “sözleşmeli imal” etmeyeceklerini söylüyor. Ancak Google ya da başka teknoloji şirketleriyle ortak projeler üretmeye açıklar.


Ford sürücüsüz araçların 2020 sonunda satışa sunulacağını belirtti.


“Otomobil endüstrisi büyümeyi sürdürecek”


“Level 4” ismi verilen bu arabalar bilgisayarlar tarafından hazırlanan haritalara göre önceden belirlenmiş alanlarda kendi başlarına gidebilecek.


“Level 5” arabaları ise aracı sürücüden devralarak nerede olursa olsun yolcuları eve taşıyabilecek.


Fields ayrıca otomobil sektörünün doygunluğa eriştiğini de düşünmüyor.


 

“Küresel otomobil endüstrisi büyümeye devam edecek çünkü önümüzdeki 15 yıl içinde küresel orta sınıf iki katına çıkacak” diyor.


Ford araçların yoğun olduğu şehirlerde bisiklet işine de giriyor.


Ford için “hareketlilik” araba üretmekten daha önemli.



Ford: Apple otomobil üretmeye çalışıyor olabilir

 


Rusya, uzak doğusundaki Vostoçni kozmodromundan uzaya ilk Soyuz füzesini 24 saatlik bir gecikmeden sonra, bugün fırlattı.


Devlet Başkanı Putin Soyuz’un fırlatılışını izlemek üzere Moskova’dan 5 bin 500 km doğudaki Vostoçni’ye gitti.


Rusya, Vostoçni kozmodromunu Kazakistan’daki Baykonur uzay üssüne bağımlılığı azaltmak amacıyla inşa etmişti.


Uzaya üç uydu taşıyan insansız füze, Moskova saatiyle sabaha karşı 05.01’de fırlatıldı.


Füze aslında Çarşamba günü fırlatılacaktı fakat teknik bir hata nedeniyle kalkışa iki dakika kala ertelendi.


Putin gecikmenin kozmodrom, yani uzay üssünden değil, roketten kaynaklı bir hataya bağlı olduğunu söyledi.


Rusya’nın yeni uzay üssü Vostoçni, ülkenin uzak doğusundaki Amur bölgesinde Çin sınırı yakınlarında.


Yeni bir uzay üssü inşa etme fikri bizzat, uzay çalışmalarında tamamen eski Sovyet günlerinden kalma Kazakistan’daki Bayronur uzay üssüne bağımlı olmanın potansiyel siyasi riskler taşıdığını düşünen Devlet Başkanı Putin tarafından ortaya atılmıştı.


Fakat ülkenin doğusundaki dev kompleksin inşası bitmek bilmediği gibi bir çok yolsuzluk skandalına da konu oldu.



Rusya yeni üssünden ilk Soyuz'u fırlattı

 


 


 



 


 


ESO’nun Şili’deki Paranal Gözlemevi’nde bulunan Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri yaşlı bir yıldızın etrafındaki tozlu diskin şimdiye kadarki keskin görüntüsünü elde etti. Bu tür özellikler ilk kez genç yıldızların etrafındakilerle karşılaştırılabiliyor — ve şaşırtıcı şekilde benzer görünüyorlar. Hatta bir yıldızın yaşamının sonunda oluşmaya başlayan bir diskin ikinci nesil gezegenleri oluşturması mümkün mümkün olabilir.


Yaşamlarının sonuna ulaşan yıldızların çoğu çevrelerinde gaz ve tozdan oluşan kararlı bir disk geliştirirler. Bu malzeme, yıldızın evrim basamağında kırmızı dev aşamasına geçişi sırasında yıldız rüzgarlarınca dışarıya atılır. Bu diskler genç yıldızların etrafında gezegenleri oluşturanlara benzemektedir. Ancak gökbilimciler şimdiye kadar biri yıldızın yaşam döngüsünün başında diğer sonunda oluşan bu iki türü karşılaştırmayı başaramamıştı.


Her ne kadar bize yeterince yakın çoğu genç yıldızın ayrıntılı olarak inceleyebileceğimiz diskleri olsa da, bize yakın ve ayrıntılı görüntüler elde edebileceğimiz diske sahip herhangi bir yaşlı yıldız bulunmuyor.


Ancak bu şimdi değişti. Belçika Leuven’deki Gökbilim Enstitüsü’nden Michel Hillen ve Hans Van Winckel liderliğindeki bir ekip ESO’nun Paranal Gözlemevi’ndeki PIONIER aygıtı ile güçlendirilen Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri’ni (VLTI) ve yeni güncellenen RAPID dedektörünü tam kapasite ile kullandılar.


Hedef Yelken takımyıldızı doğrultusunda Yeryüzü’nden yaklaşık 4000 ışık-yılı uzaklıkta yer alan yaşlı çift yıldız IRAS 08544-4431’di [1].Bu çift yıldız, maddesini çevredeki tozlu diske aktarmış olan bir kırmızı dev ve ona yakın bir yörüngede dolanan daha normal ve daha az evrimleşmiş bir yıldız içermektedir.


Birleşik Krallık Exeter Üniversitesi’nden ekip üyesi Jacques Kluska şu açıklamayı yapıyor: “Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri’ndeki birkaç teleskoptan alınan ışığı birleştirerek, hayret verici keskinlikte bir görüntü elde ettik — 150 metre çapında bir teleskopun görebileceği kadar. Karşılaştırma yaparsak çözünürlük o kadar yüksek ki, iki bin kilometre uzaklıktaki bir euro bozuk paranın şeklini ve boyutunu belirleyebilirdik.


Çok Büyük Teleskop Girişimölçeri ile alınan görüntülerdeki eşi benzeri görülmemiş keskinlik [2], ve merkezi yıldızı görüntüden ayırt ederek etrafında ne olduğunu ortaya çıkaran yeni bir görüntüleme tekniği sayesinde, ekip ilk kez IRAS 08544-4431 sistemini tüm yapı taşlarına kadar ayırabildi.


Görüntüdeki en önemli özellik açıkça çözülen disktir. Bu gözlemlerde ilk kez görülen toz diskinin iç sınırı, tozlu diskin beklenen başlangıcı ile örtüşmektedir: yıldızlara yakınlaştıkça, toz gelen şiddetli ışınım karşısında buharlaşacaktır.


Ayrıca muhtemelen yoldaş yıldız etrafındaki küçük yığışma diskinden gelen daha sönük bir ışıma da bizi şaşırttı. Yıldızın çift olduğunu biliyorduk, ancak yoldaşı doğrudan görmeyi beklemiyorduk. Gerçekten yeni dedektör PIONIER ile sağlanan performans artışı sayesinde bu uzak sistemin en iç kısımlarını bile görebilir hale geldik,” diye ekliyor araştırmayı yürüten Michel Hillen.


Ekip yaşlı yıldızların etrafındaki disklerin, genç yıldızların etrafındaki gezegen-oluşum disklerine oldukça benzediğini buldu. Bu yaşlı yıldızların etrafında gerçekten ikinci kuşak bir gezegenler topluluğu henüz belirlenemese de, bu ilginç bir olasılık.


Gözlemlerimiz ve modellerimiz çift yıldızlardaki yıldız evriminin yanı sıra, bu disklerin fiziği üzerine çalışmalarda yeni bir pencere açıyor. Yakın çift sistemlerle tozlu çevreleri arasındaki karmaşık etkileşimler uzay ve zamanda ilk kez çözülüyor,” diyor Hans Van Winckel.


Notlar


[1] Nesnenin adı bu kaynaktan gelen kırmızı-ötesi ışımanın IRAS uydusu ile 1980’lerde tespit edilerek kataloglandığını göstermektedir.


[2] Yardımcı Teleskoplarla birlikte kullanıldığında VLTI’nın çözünürlüğü, yaklaşık bir mili-yay-saniyesi kadardı (bir derecenin 1/3600’da birinin 1/1000’i).


 



Yaşlı Yıldızın Tozlu Diskine Ilişik En Keskin Görünüm

Once-Yapin-Sonra-Icin-Meyve-Suyu-ile-Yogunluk-Farki-Deneyi-00 Önce Yapın Sonra İçin: Meyve Suyu ile Yoğunluk Farkı Deneyi


Yazar: İpek Girgin Kategori: Bunları Biliyor Musunuz? 28 Mart 2016


Meyve suları farklı yoğunluklara sahiptir. Bir meyve suyunun yoğunluğunu belirleyen etmenler içerisindeki meyve ve şeker miktarıdır. Hazır meyve suları bu deney için uygun değildir çünkü içerisindeki meyve miktarı bilinmemektedir. Meyve ve şeker miktarı arttıkça meyve suyunun yoğunluğu da artar. Bu deney için belirlenmiş 3 meyve suyu vardır ancak sizler de evde farklı meyve sularıyla aynı deneyi tekrarlayabilirsiniz.


Gerekli Malzemeler:


  • İnce ve uzun bir cam bardak

  • 3 farklı yoğunlukta meyve suyu (beyaz üzüm, portakal ve nar)

Yapılışı:


  1. Bardağınız içerisine 2,5 cm yüksekliğinde beyaz üzüm suyunu dökün. Beyaz üzüm suyu yoğunluğu en fazla olan olduğu için sürekli en alta kalması beklenmektedir.

  2. Orta yoğunlukta olan portakal suyunu damla damla hatta gerekirse damlalıkla yine aynı yükseklikte olacak şekilde bardağınıza doldurun. Portakal suyu üzüm suyu ile karışmadan onun üstünde kalacaktır.

  3. En az yoğunluğa sahip olan nar suyunu yine çok yavaş bir şekilde ve eşit yükseklikte bardağınıza doldurun. Alttan yukarı doğru sırasıyla beyaz üzüm suyu, portakal suyu ve nar suyunu gözlemleyebilirsiniz.

  4. Meyve suyu karışımınızı içebilirsiniz!

Bu deney ile birlikte günlük hayatta sıkça karşılaştığımız ancak farkında olmadığımız yoğunluk farkı olan sıvıları daha iyi öğrenebilirsiniz. Eşit yükseklikte doldurulan meyve sularının hacimleri farklı olacaktır. Yani aşağıdan yukarı genişleyen bir bardak tercih ederseniz, en üstteki meyve suyu en geniş hacmi kaplayacaktır. Hacim olarak daha geniş bir alan kaplamasına rağmen en az yoğunluğa sahip olma özelliğini kaybetmeyecektir çünkü yoğunluk yani özkütle hacim ya da madde miktarı ile değişmez. Yoğunluk birim hacimdeki madde miktarıdır.


Kaynak


İçilebilen Yoğunluk Deneyi, Erişim Tarihi: 27.03.2016, https://sciencebob.com/a-density-experiment-you-can-drink/


İçilebilen yoğunluk deneyi Meyve Sularının Yoğunlukları Meyve suyu ile Yoğunluk Farkı Deneyi Meyve Suyunun Yoğunluğu Nasıl Belirlenir 2016-03-28 İpek Girgin


Etiketler:İçilebilen yoğunluk deneyi Meyve Sularının Yoğunlukları Meyve suyu ile Yoğunluk Farkı Deneyi Meyve Suyunun Yoğunluğu Nasıl Belirlenir



Ilkin Yapın Sonrasında İçin: Meyve Suyu ile Yoğunluk Farkı Deneyi


Dünyanın tamamen güneş enerjisi ile çalışan ilk uçağını geliştiren Solar Impulse ekibi tarafından geliştirilen Solar Impulse 2, tarihi uçuşunda önemli bir aşamayı daha geride bıraktı. Dünyanın etrafında tam tur dönen güneş enerjili ilk uçak olmak için geçtiğimiz yılın Mart ayında tarihi uçuşuna başlayan Solar Impulse 2, yolculuğunun Pasifik ayağını tamamladı.




 3 gün önce Hawaii’den havalanan Solar Impulse 2, 4372 kilometrelik zorlu uçuşun ardından ABD’nin San Francisco şehrindeki hava limanını iniş yaptı. Bu 3 günlük aralıksız uçuş sırasında uçağın pilotu olan Bertrand Piccard, yolculuk boyunca sadece kısa süreli aralar vererek uyuyabildi.


 Solar Impulse 2, Pasifik üzerindeki yolculuğunu tamamlayarak önemli bir başarıya imza atmış olsa da, önümüzdeki günlerde çok daha zorlu bir yolculuğa çıkacak. İlk olarak Haziran ayı gibi New York’a uçacak olan uçak, nispeten kolay bir yolculuk olması beklenen New York uçuşu sonrası bu kez de Avrupa’ya doğru yola çıkacak. 5738 kilometre uzunluğundaki bu yolculuğun yaklaşık 5 gün sürmesi bekleniyor. Avrupa’dan sonra ise yolculuğun son ayağına geçilecek ve Solar Impulse 2 yolculuğuna başladığı Abu Dabi’ye geri dönerek tarihi uçuşunu tamamlayacak.


Geçtiğimiz yılın Mart ayında yolculuğuna başlayan Solar Impulse 2’nin dünya turunu tamamlaması beklenenden çok daha uzun sürmüş olsa da, bu uçuşun temel amacının hız olmadığını unutmamak gerek. Solar Impulse ekibinin temel amacı, tamamen güneş enerjisi ile çalışan bir uçak ile dünya etrafında dönerek yeşil enerji ile elde edilebilecek müthiş şeylere dikkat çekmek.

 



Solar Impulse 2, Pasifik uçuşunu tamamladı

 


 



 


 


ESO’nun Şili’deki Paranal Gözlemevi’nde bulunan VLT Tarama Teleskopu (VST) ile alınan bu yeni görüntüde güney gökküresi takımyıldızlarından Ocak doğrultusunda bulunan muhteşem bir gökadalar topluluğu yer alıyor. Kümede, bazıları gizemli özelliklere sahip tüm şekil ve boyutlarda gökadalar görülebiliyor.


Görünen o ki, gökadalar oldukça sosyal nesneler ve kümeler olarak bilinen büyük gruplar şeklinde bir araya bulunmaya eğilimliler. Aslında gökadaları küme haline getiren şey onların kütleçekimleri ve sahip oldukları karanlık maddenin bu kütleye katkısı. Kümelerde ortalama 100 ila 1000 gökada bulunabilirken, genişlikleri 5 ila 30 milyon ışık yılı civarında olabiliyor.


Gökada kümelerinin belirgin bir şekilleri olmadığından nerede başlayıp nerede bittiklerini belirlemek biraz zordur. Yine de, gökbilimciler Ocak Kümesi’nin merkezi bölgesinin Yeryüzü’ne uzaklığını 65 milyon ışık-yılı olarak tahmin ediyorlar. Bundan daha iyi bilinen özelliği ise kümenin yaklaşık altmış büyük gökada ve benzer sayıda daha küçük cüce gökada içerdiği. Buradaki gibi kümeler Evren’deki sıradan nesnelerden biri olup, her biri muazzam büyüklükteki kütleye sahip gökadaları tek bir bölgeye toplayan kütleçekim kuvvetinin geniş ölçeklerdeki güçlü etkisini göstermektedir.


Bu özel kümenin merkezinde, görüntünün solundaki üç adet parlak bulanık kabarcığın ortasında cD gökadası olarak bilinen bir yamyam gökada bulunmaktadır. Buradaki gibi NGC 1399 adlı cD gökadaları, eliptik gökadalara benzemekle birlikte daha büyük olup, geniş, sönük zarflara sahiptirler [1]. Bunun nedeni kütleçekimi ile kümenin merkezine doğru çekilen daha küçük gökadaları yutarak büyümeleridir [2].


Aslında, bu sürecin işlediğini gösteren kanıtlar gözümüzün önünde — yeterince yakından bakarsak. Enrichetta Iodice (INAF – Capodimonte Gözlemevi, Naples, İtalya) yönetimindeki bir gökbilimciler ekibinin ESO’nun VST teleskopu ile aldıkları yeni verilere göre, NGC 1399 ve sağındaki daha küçük gökada NGC 1387 arasında sönük bir ışık köprüsü bulunuyor. Daha önce görülemeyen (ve bu görüntüde de sönüklüğü nedeniyle seçilemeyen) bu köprünün, her iki gökadadan da daha mavi olması NGC 1399’un kütleçekimi etkisi ile NGC 1387’den çektiği gaz içerisinde oluşan yıldızlardır. Ocak Kümesi’nde gerçekleşen düşük düzeydeki etkileşimlere rağmen, NGC 1399’un halen komşularından beslendiği gözleniyor.


Görüntünün sağ alt kısmına doğru olan bölgede büyük çubuklu sarmal gökada NGC 1365 yer almaktadır. Türünün dikkat çekici bir örneği olan gökadada merkezi bölge boyunca uzanan belirgin çubuksu yapı, ve yapının bitiminde başlayan sarmal kollar görülüyor. Küme gökadalarının doğası gereği, NGC 1365’te gözle görünenden fazlası da yer alıyor. Parlak bir gökada çekirdeğine sahip olan gökada Seyfert Gökadası olarak sınıflandırılıyor ve merkezinde süper-kütleli bir karadelik içeriyor.


Bu göz alıcı görüntü ESO’nun Şili’deki Paranal Gözlemevi’nde bulunan VLT Tarama Teleskopu (VST) ile alındı. 2.6 metre ayna çapına sahip olan VST günümüz standartlarında büyük teleskop sınıfına girmese de, gökyüzünün geniş-ölçekli taramaları için özel olarak tasarlanmıştır. Teleskopu özel kılansa düzeltilmiş dev görüş alanı ve özel olarak gökyüzünü tarama amaçlı üretilen OmegaCAM adlı 256-megapiksellik kamerasıdır. Bu kamera ile VST gökyüzünün geniş ölçekli alanlarını hızlıca derinlemesine görüntüleyebilmekte, bu sayede ESO’nun Çok Büyük Teleskopu (VLT) gibi gerçekten büyük teleskoplara tekil nesnelerin ayrıntılarını keşfetme imkanı vermektedir.


Notlar


[1] Gözlem alanı sadece Ocak Kümesi’nin merkezi bölgesini içermektedir, küme aslında gökyüzünde daha geniş bir alanı kaplamaktadır.


[2] Bir kümedeki merkezi gökada genellikle en parlak olandır, ancak burada en parlak gökada olan NGC 1316, bu görüntüyle alınan alanın hemen dışında, kümenin sınırında konumlanmıştır. Ocak A olarak da bilinen gökada gökyüzündeki en güçlü radyo dalgası kaynağından biridir. Bu tür bir ışınıma duyarlı olan özelleştirilmiş teleskoplarla görülebilen radyo dalgaları, görünür gökadanın her iki yönünden uzayın derinliklerine uzanan dev loblardan yayılmaktadır. Radyo salınımlarını besleyen güç gökadanın merkezinde gizlenen ve zıt yönlerde yüksek-enerjili parçacık jetlerine neden olan süperkütleli bir karadelikten gelmektedir. Bu jetler kümedeki gökadalar arasındaki boşlukta yer alan seyrek gazla etkileştiğinde radyo dalgalarını meydana getirmektedir.


[3] E. Iodice, M. Capaccioli , A. Grado , L. Limatola, M. Spavone, N.R. Napolitano, M. Paolillo, R. F. Peletier, M. Cantiello, T. Lisker, C. Wittmann, A. Venhola , M. Hilker , R. D’Abrusco, V. Pota, and P. Schipani tarafından kaleme alınan “The Fornax Deep Survey with VST. I. The extended and diffuse stellar halo of NGC1399 out to 192 kpc” başlıklı makale Astrophysical Journal başlıklı dergide yayımlanmıştır.


 



Kızgın Ocağın İçinde

 


 



 


 


Atacama Milimetre/milimetre-altı Dizgesi (ALMA) ile alınan bu yeni görüntüde Güneş-benzeri yakın yıldız TW Hydrae etrafındaki gezegen-oluşum diskinin şimdiye kadarki en ayrıntılı hali gösteriliyor. Yıldızdan Yer-Güneş mesafesi uzaklığında, gezegenimizin bebeklik haline benzeyen, ya da bir ihtimalle daha büyük kütleli bir süper-Dünya’nın oluşmaya başladığı bir boşluk gözler önüne seriliyor.


TW Hydrae Yeryüzü’ne yakınlığı (sadece 175 ışık-yılı uzaklığında) ve henüz gençlik döneminde (yaklaşık 10 milyon yıl yaşında) olması dolayısıyla gökbilimciler için popüler bir araştırma hedefidir. Ayrıca dünyadan bakıldığında tam karşıdan görülen bir yönelime sahiptir. Bu sayede gökbilimciler, yıldızın etrafındaki öncül gezegen diskinin tamamını düzgün bir şekilde görebilmektedir.


Daha önce optik ve radyo teleskoplarla yapılan çalışmalar TW Hydrae’nin bir araya gelmeye başlayan belirgin bir disk özelliği gösterdiğini güçlü bir şekilde ortaya koyuyor,” diyor bugün Astrophysical Journal Letters adlı dergide yayımlanan makalenin baş yazarı ABD’deki Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden (Cambridge, Massachusetts) Sean Andrews. “Yeni ALMA görüntüleri diski benzeri görülmemiş ayrıntıyla göstererek, bir dizi eş merkezli tozlu parlak halka ve karanlık boşlukları gözler önüne serdi, ve bunlar arasında burada oluşmakta olan Dünya-benzeri bir yörüngedeki gezegene işaret edebilecek ilginç özellikler de yer alıyor”.


Yeni görüntülerde diğer göze çarpan boşluklar merkezi yıldızdan üç milyar ve altı milyar kilometre uzaklıkta bulunuyor, Güneş Sistemi’nde Uranüs ve Pluto’nun Güneş’e olan ortalama uzaklıklarına benzer şekilde. Bunlar da gezegenleri oluşturmak üzere bir araya gelmiş parçacıkların sonuçları olabilir, daha sonra yörüngelerindeki tozu ve gazı süpürerek, geride kalan malzemeyi çevrelerindeki belirgin yörüngelerde toplamaktadır.


Yeni TW Hydrae gözlemleri için gökbilimciler diskte bulunan milimetre-boyutlarındaki toz parçacıklarından gelen sönük radyo sinyallerini görüntüledi ve Dünya-Güneş mesafesindeki (yaklaşık 150 milyon kilometre) bir uzaklık mertebesinden ayrıntılara ulaştılar. Bu ayrıntılı gözlemler ALMA’nın yüksek-çözünürlüğü ve uzun-dizge hattı yerleşimi sayesinde mümkün oldu. ALMA’nın antenleri maksimum ayrıklığa yani 15 kilometreye varan mesafelere ulaştğında, teleskop daha ince ayrıntıları çözümleyebilmektedir. “Bu ALMA’nın bir öncül-gezegen diski için ulaştığı en yüksek uzaysal çözünürlüktür” diyor Andrews [1].


TW Hydrae oldukça özel. Bilinen en yakın öncül-gezegen diski ve 10 milyon yıl yaşındayken Güneş Sistemi’ni andıran bir yapıya sahip.” diye ekliyor yine Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden eş-yazar David Wilner.


Başka bir sistem HL Tauri’ye ait daha önceki ALMA gözlemlerine göre daha da genç öncül-gezegen diskleri — yalnızca 1 milyon yıl yaşında — gezegen oluşumuna benzer işaretler gösterebiliyor. Daha yaşlı TW Hydrae diskini araştıran gökbilimciler kendi gezegenimizin ve Samanyolu’ndaki benzer diğer sistemlerin evrimini daha iyi anlamayı ümit ediyorlar.


Gökbilimciler şimdi bu tür disk özelliklerinin genç yıldızların etrafında ne kadar yaygın olabileceğini ve zamanla ya da çevresel etkilerle nasıl değişebileceklerini bulmaya çalışıyorlar.


Notlar


[1] HL Tauri görüntülerinin açısal çözünürlükleri bu yeni gözlemlerle benzerdi, ancak TW Hydrae Yeryüzü’ne çok daha yakın olduğundan, daha ince detaylar görülebilmektedir.


 



ALMA’dan En Detaylı Öncül Gezegen Diski Görüntüsü

 


 



 


 


ESO’nun VLT Tarama Teleskopu üzerindeki OmegaCAM ile yakalanın bu manzarada Wolf-Lundmark-Melotte ya da kısaca WLM olarak bilinen yalnız bir gökada yer alıyor. Her ne kadar Yerel Küme’deki onlarca gökadanın bir parçası olsa da, WLM yalnız bir şekile grubun dış kısımlarında ve en uzaktaki üyelerinden biridir. Aslında, gökada o kadar küçük ve gözden uzak ki, belki de Yerel Küme’den hiç bir üyeyle — ya da belki de Evren’in tarihinde hiçbir gökada ile etkileşmemiş olabilir.


Amazon’daki yağmur ormanlarının derinliklerinde yaşayan hiç iletişim kurulmamış bir kabile ya da Pasifik okyanusundaki bir ada yerine, WLM çevresi tarafından çok az etkilenmiş ilkel gökadaların doğasına dair nadir bir bakış sunuyor.


1909’da Alman gökbilimci Max Wolf tarafından keşfedilen WLM yaklaşık 15 yıl sonra Knut Lundmark ve Philibert Jacques Melotte adlı gökbilimciler tarafından bir gökada olarak tanımlandı — bu da gökadanın takma adını açıklıyor. Sönük gökada Balina takımyıldızı doğrultusunda ve Yerel Küme’deki üç baskın gökadadan biri olan Samanyolu’ndan yaklaşık üç milyon ışık-yılı uzaklıkta yer alıyor,


WLM oldukça küçük ve şekilsiz, bu nedenle cüce düzensiz gökada sınıfında yer alıyor. WLM en geniş olduğu yerde yaklaşık 8000 ışık-yılına uzanıyor, buna 1996 yılında keşfedilen (eso9633) oldukça yaşlı yıldızların yer aldığı gökadanın halesi de dahil.


Gökbilimciler görece küçük ilk gökadaların kütleçekimi nedeniyle diğer gökadalarla etkileştiklerini ve çoğu durumda birleşerek daha büyük gökadaları oluşturduklarını düşünüyor. Milyarlarca yıl içinde, bu birleşme süreci günümüzde Evren’de yaygın olarak görülen büyük sarmal ve eliptik gökadaların oluşmasını gelmesini sağlamıştır. Bu şekilde bir araya gelen gökadalar insan topluluklarının binlerce yıl boyunca göç ederek daha büyük yerleşim bölgelerinde toplanmalarına ve sonunda günümüzün mega-şehirlerini ortaya çıkarmalarına benziyor.


WLM ise bunu tek başına yaptı, diğer gökadaların ve onların yıldız kümelerinin etkisinde kalmadan. Bu yüzden, dışardan kişilerle sınırlı etkileşimi olan gizli kalmış bir insan topluluğu gibi, WLM görece sakin bir doğal durumda” olup, yaşamı boyunca meydana gelen değişimler çevresindeki aktivitelerden büyük ölçüde bağımsız olarak gelişmiştir.


Bu küçük gökada çok sönük kırmızı yıldızlardan oluşan ve çevresindeki karanlık uzaya doğru genişleyen bir haleye sahiptir. Kırmızımsı tonlar gelişmiş yıldız yaşına işaret etmektedir. Halenin varlığı muhtemelen gökadanın kendi oluşumuna kadar gitmektedir, bu nedenle ilk gökadaları meydana getiren mekanizmalar hakkında ipuçları içermektedir.


WLM’nin merkezindeki yıldızlarsa, daha genç ve mavimsi görünmektedirler. Görüntüdeki pembemsi bulutlar genç yıldızlardan gelen yoğun ışımanın hidrojen gazını iyonlaştırdığı bölgeler olup, kırmızının özel bir tonunda ışıldamalarına neden olmaktadır.


Bu ayrıntılı görüntü, görünür ışıkta gökyüzünü taramaya adanmış 2.6-metre ayna çaplı bir teleskop olan ESO’nun Şili’deki VLT Tarama Teleskopu (VST) üzerindeki geniş alan görüntüleyicisi OmegaCAM ile alınmıştır. OmegaCAM üzerindeki 32 adet CCD algılayıcı 256-milyon piksellik görüntüler oluşturmakta ve böylece görünür evrene ait oldukça ayrıntılı ve geniş alan görüntüleri sunmaktadır.


 



Yerel Kümenin Asileri

 


 



 


 


ESO’nun Şili’deki La Silla Gözlemevi’nde bulunan HARPS tayfölçeri ile yapılan gözlemlerde cüce gezegen Ceres özerindeki parlak noktalarda gerçekleşen beklenmedik değişimler gözler önüne serildi. Yeryüzünden gözlendiğinde bir ışık noktasından fazlası olmasa da, bu ışık üzerinden yapılan ayrıntılı çalışmayla Ceres’in sadece kendi etrafındaki dönüşüyle beklenen değişimler değil, aynı zamanda gün içinde parlaklığı artan noktalar ve diğer değişimler de gözlendi. Bu gözlemler parlak noktalardaki maddelerin uçucu olduğunu ve güneş ışığının ılık parıltısıyla buharlaştığına işaret ediyor.


Ceres, Mars ve Jüpiter arasında bulunan asteroid kuşağındaki en büyük nesne olup, cüce gezegen sınıfına alınan tek üyedir. NASA’nın Şafak uzay aracı bir yıldan uzun bir süredir Ceres’in yörüngesinde dolanmakta ve yüzeydeki ayrıntıları görüntülemektedir. En şaşırtıcı gözlemlerden birisi de oldukça parlak noktaların keşfi olup, bu bölgeler çevrelerindeki karanlık yerlere göre çok daha fazla ışık yaymaktadırlar  . Bu noktalardan en göze çarpanı Occator kraterinin içinde yer almaktadır ve Ceres’in diğer asteroid komşularına göre çok daha aktif bir dünya olabileceği izlenimi uyandırmaktadır.


Şili’deki La Silla Gözlemevi’nde bulunan ESO 3.6-metre teleskopu üzerindeki HARPS tayfölçerinin kullanıldığı yeni ve oldukça hassas gözlemler sayesinde sadece Ceres’in kendi ekseni etrafındaki dönmesiyle meydana gelen noktasal değişimler değil, aynı zamanda bu noktaların gün içerisinde güneş ışığı ile buharlaştıklarını gösteren diğer değişimlerde bulundu.


INAF–Trieste Gökbilim Gözlemevi’nden yeni çalışmanın yürütücüsü Paolo Molaro hikâyenin geri kalanını şöyle tamamlıyor: “Şafak uzay aracının Ceres üzerindeki gizemli parlak noktaları ortaya çıkarmasıyla, hemen Yeryüzü’nden yapılabilecek olası ölçümler aklıma geldi. Ceres kendi etrafında döndükçe üzerindeki noktalar da Dünya’ya yakınlaşmakta ve sonra uzaklaşmaktadır ki bu da yansıyarak Dünya’ya ulaşan güneş ışığının tayfını etkilemektedir.


Ceres kendi etrafındaki bir turunu dokuz saatte tamamlamaktadır ve hesaplamalara göre bu noktaların dönmeden kaynaklanan hareketlerinin yeryüzüne göre hızları oldukça küçüktür, saatte yaklaşık 20 kilometre civarında. Ancak bu hareket Doppler etkisi adı verilen bir yöntemle ve HARPS gibi hassas aygıtlarla ölçülebilecek kadar büyüktür.


HARPS aygıtını kullanan araştırma ekibi Ceres’i Temmuz ve Ağustos 2015’te iki gecenin biraz üzerinde bir süre boyunca gözledi. “Sonuçlar şaşırtıcıydı,” diye ekliyor çalışmanın yürütücülerinden Antonino Lanza (INAF–Catania Astrofizik Gözlemevi). “Tayfta Ceres’in dönmesinden kaynaklanan değişimleri zaten bekliyorduk, ancak beklemediğimiz geceden geceye değişen oldukça büyük diğer değişimlerdi.”


Ekibe göre gözlenen değişimler güneş ışığı nedeniyle buharlaşmaya uğrayan uçucu bileşenlerin varlığı nedeniyle olabilir   Occator krateri içindeki noktalar Güneş tarafından aydınlatıldığı sırada, güneş ışığını oldukça etkin bir şekilde yansıtan gaz sütunları meydana getiriyorlar. Daha sonra bu sütunlar hızlıca buharlaşarak, yansıtıcı özelliklerini kaybediyor ve bu da gözlemdeki ışık değişimine karşılık geliyor. Bununla birlikte bu etki, geceden geceye değişerek, hem kısa hem de uzun zaman ölçeklerinde gerçekleşen diğer rastgele değişimlere yol açıyor.


Eğer bu yaklaşım doğrulanırsa Ceres’in Vesta’dan ve diğer ana asteroid kuşağı nesnelerinden oldukça farklı olduğu ortaya çıkacaktır. Görece yalıtılmış bir konumda olsa da, iç kısımlarında aktif bölgeler olduğu görülüyor. Ceres’in su yönünden zengin olduğu bilinse de, bunun parlak noktalarda ilişkisi henüz bilinmiyor. Yine yüzeyden sürekli sızan maddenin enerji kaynağı da bilinmiyor.


Şafak Ceres’i ve gizemli noktalarını incelemeye devam ediyor. Yerden HARPS aygıtı ve diğer tesisler ile yapılan gözlemler uzay görevi tamamlandıktan sonra bile devam edebilir.


Notlar


[1] Şafak uzay aracı ile keşfedilmelerinden sonra, NASA/ESA Hubble Uzay Teleskopu ile 2003 ve 2004 yıllarında alınan Ceres’in daha önceki görüntülerinde de daha az belirgin olarak tanımlandılar.


[2] Ceres üzerindeki noktalarda bulunan yüksek yansıtma oranına sahip maddelerin yeni oluşmuş su buzu ya da sulu magnezyum sülfat olabileceği tahmin ediliyor.


[3] Güneş Sistemi’nde iç kısımları aktif olan çoğu nesne, örneğin Jüpiter ve Satürn’ün büyük uyduları, gezegenlerine olan yakınlıklarından dolayı güçlü gel-git etkilerine maruz kalmaktadırlar.


Daha fazla bilgi


Bu araştırma P. Molaro ve arkadaşlarınca kaleme alınan “Daily variability of Ceres’ Albedo detected by means of radial velocities changes of the reflected sunlight” başlıklı bir makale olarak Monthly Notices of the Royal Astronomical Society adlı dergide yayımlanmıştır.


Araştırma ekibinde P. Molaro (INAF-Osservatorio Astronomico di Trieste, Trieste, İtalya), A. F. Lanza (INAF-Osservatorio Astrofisico di Catania, Catania, İtalya), L. Monaco (Universidad Andres Bello, Santiago, Şili), F. Tosi (INAF-IAPS Istituto di Astrofisica e Planetologia Spaziali, Rome, İtalya), G. Lo Curto (ESO, Garching, Almanya), M. Fulle (INAF-Osservatorio Astronomico di Trieste, Trieste, İtalya) and L. Pasquini (ESO, Garching, Almanya) yer almaktadır.


Avrupa Güney Gözlemevi ESO, Avrupa’daki en önemli hükümetler-arası gökbilim kuruluşudur ve dünyanın en üretken gökbilim gözlemevidir. 16 ülke tarafından desteklenmektedir: Avusturya, Belçika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Finlandiya, Almanya, İtalya, Hollanda, Polonya, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre ve İngiltere. Tasarıma, inşaya ve önemli bilimsel keşiflere olanak sağlayan güçlü yer tabanlı gözlem faaliyetlerine odaklanan iddialı bir program yürütmektedir. ESO ayrıca gökbilim araştırmalarında teşvik edici ve düzenleyici bir dayanışma konusunda öncü bir rol oynamaktadır. ESO Şili’nin Atacama Çölü bölgesinde benzeri olmayan üç adet birinci sınıf gözlem yerleşkesi işletmektedir: La Silla, Paranal ve Chajnantor. ESO Paranal’da dünyanın en gelişmiş optik gökbilim gözlemevi olan Çok Büyük Teleskop’u (Very Large Telescope), ve iki tarama teleskopu işletmektedir. Kırmızı ötesi gözlem teleskopu VISTA dünyanın en büyük tarama teleskopudur ve VLT tarama teleskopu (VST) ise sadece görünür ışıkta gökyüzünü taramak için tasarlanan dünyanın en büyük teleskopudur. ESO var olan en büyük gökbilim projesi ve devrimsel gökbilim teleskopu ALMA’nın ana ortağıdır. ESO şu anda Paranal civarındaki Cerro Armazones’te 39-metre çaplı “gökyüzünü izleyen dünyanın en büyük gözü” olacak Avrupa Aşırı Büyük Teleskopu, E-ELT’yi inşa etmektedir.


ESO Basın Bültenlerinin çevirileri ESO Bilim Toplum Ağı’nda (ESON) bulunan ESO üyesi ve diğer ülkelerdeki bilim toplum uzmanları ve bilim iletişimcileri tarafından gerçekleştirilmektedir. ESON Türkiye çeviri ekibinde Ankara Üniversitesi (Ankara), Çağ Üniversitesi (Mersin), Başkent Üniversitesi (Ankara), İstanbul Üniversitesi (İstanbul), İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi (İzmir) ve Max Planck Yer-Ötesi Fiziği Enstitüsü’nden (Almanya) uzman kişiler yer almaktadır.


 



Ceres Üstündeki Parlak Noktalarda Beklenmeyen Değişimler Ortaya çıkarıldı

MARI themes

Blogger tarafından desteklenmektedir.